27 Aralık 2013 Cuma

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/319/zaman-ne-cabuk-geciyor-degil-mi

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/319/zaman-ne-cabuk-geciyor-degil-mi

ZAMAN NE ÇABUK GEÇİYOR DEĞİL Mİ?
NİSHTİME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU


 Ülkemiz rüşvet skandalları, cemaat kavgaları ile son derece karışık bir  dönemden geçerken içimizde 2014'ü karşılamak için ne kadar zevk ve heyecan kaldı bilmiyorum ama koskoca bir yıl çarçabuk geçiverdi ve yılbaşı geldi.

Ve tabi o malum soru da sorulmaya başladı;

"Yılbaşında ne yapıyorsun?"

Yılbaşlarını kayak merkezlerinde en çok da Uludağ’da geçirdiğim sayısız yıllarım  var.

Böyle bir program yaptığınızda en büyük sorun, aralık ayının başından itibaren "acaba o tarihte kar olacak mı?" diye stres yapmanızdır ki, bu sene de herhalde aynı şey olacaktır.

Her gün oteli arayıp karın kaç metre olduğunu sormaktan bitap düşersiniz.

Sonunda beklenen kar yağıp kendinizi dağa attığınızda da her yer öyle kalabalıktır ki, kayak mı yapıyorsunuz dayak mı yiyorsunuz bilemezsiniz. Yılbaşında turlarla gidilen Avrupa seyahatlerini oldum olası sevmem. Çünkü havaalanlarında deli bir kalabalık olur. 

Hayatımda birkaç kere, kendimi kafamda garip karton şapkalarla bilmediğim bir ülkede tur operatörünün ayarladığı tıkış tıkış bir restoranda tanımadığım insanlarla yeni yıla girerken bulmuşluğum oldu.

Hele bir de o gerizekâlı çocuklar gibi birbirimizin suratına üfleye üfleye "dıt dıııt" öttürdüğümüz düdükler  yok mu?

Yok, ben artık almayayım.

Her yer zehir zemberi soğukken tropikal bölgelerdeki yazlık yerlere uçmak  keyifli, deniz güneş falan hoş...
Üst üste birkaç yıl Uzak Doğu’da, Karayipler’de girilmiş yeni yıllarım var.

Çocukluğumuzda üzerinde ren geyiği resimleri, pullara bulanmış çam ağaçları ile  süslü yılbaşı tebrik kartları vardı. Gerçi artık onlar da nostaljik bir detay oldu ya neyse...

Demem odur ki, "çamın üzerinde kar" kuzey yarımküre insanı olarak belleğimize oturmuş bir kere.

 Yani pajda bikini ile yaşanan yılın son günü olayları insana pek yılbaşı hissi vermiyor. Yılbaşı gecesi o seyahatin aksesuarı gibi duruyor. Zoraki bir eğlence. Dolayısı ile onu da geçelim.

O yurt dışında meydanlarda avaz avaz yılbaşı kutlama hadisesine bir kere Londra’da bir kere de yanlışlıkla bir yerden bir yere giderken Bankong’da takılmıştım. O itiş kakış ve kendini, içkiyi fazla kaçırmış kalabalıktaki olası taşkınlıklardan korumaya çalışmak feci bir şey inanın. 

Gerçi şimdilerde Nişantaşı’da da yılbaşı gecelerinde aynı durumda oluyor.

Bir yere davetliyseniz bile gece yarısından itibaren, bira şişelerinin üzerinden atlayarak, üzerinize üzerinize gelen kalabalıktan ürkerek, korka korka evinize dönüyorsunuz.

Küçükken ne güzeldi değil mi?

Kimse bize "yılbaşında ne yapıyorsun?" diye sormazdı.

Çünkü programı anneler babalar yapardı.

O zamanlar muz önemli bir meyveydi. Çerez desen yerli malı haftalarıyla yılbaşı programlarının gözdesi. 

Tombala mombala annemizin soyduğu elmalar portakallarla vallahi mis gibi girerdik yeni yıla.

Sonraki yıllarda, dağa mı çıksam, denize mi girsem, parti mi versem, davete mi gitsem, arkadaşlarla bir yerde yer mi ayırtsak, seyahate mi çıksam, yurtiçi mi, yurtdışı mı derken bu kadar çok seçenek içinde yılbaşlarının tadı kaçtı bence.

Bu yüzden, "Yılbaşında ne yapıyorsun?" sorusunu hiç sevmiyorum. Hani insanın "hiçbirşey yapmama hakkımı kullanmak istiyorum" diye cevap veresi geliyor.

Bu arada Nişantaşı yine süslendi püslendi, gelin kız imajına büründü.  

Ama inanın geçmiş yılların neşesi yok.

Bu sene süslemelere Avea el atmış ve tüm hikaye cadde boyu uzanan takların üzerinde ışıklardan ibaret olmuş. Gece belki ışıklar yanınca güzel durabilir ama o soğuk demir tak gündüz vakti insanın içini üşütüyor.

Şahsen benim gözüm ışıkların yanında biraz da renk arıyor.

Geçen yıl ki "Oyuncak Fabrikası" konsepti bence harikaydı. Cadde üzerine konan dev koltukların üzerinde mızıka çalan şiş göbekli ayıcıklara, kurşun askerlere, kar prenseslerine falan bayılmıştım.

Bu yıl o koca taklardan başka bir de çeşitli dizaynırlara çam ağaçları süsletmişker ki, eh işte, fena değiller. 

Vitrinler ise sokak süslemelerindeki renk eksikliğini fazlasıyla kapatıyorlar. Işıltı, şıkırtı, payetler pullar, yaldızlar, Noel babalar gırla gidiyor.

Bana sorarsanız Nişantaşı bile biraz neşesinden kaybetmiş bu aralar. 

Herkese mutlu, umutlarımızı besleyen, sevindiren, güldüren, geleceğe güzel anılar bırakan güzel bir yıl diliyorum.

Ne diyelim umut olmadan hayat olmaz, süper bir yeni yılımız olsun olur mu?

Selin Melek Aktan'ın bu yazısı  27 Aralık 2013 de Nishtime'da  yayınlanmıştır..





15 Aralık 2013 Pazar

CAN DOSTLARIN KAZAKLI, SWEATSHIRT'LÜ KAR NEŞESİ - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU

CAN DOSTLARIN KAZAKLI, SWEATSHIRT'LÜ KAR NEŞESİ - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU


CAN DOSTLARIN KAZAKLI, SWEATSHIRTLÜ KAR NEŞESİ















Kar; ulaşım, ısınma gibi konularda yarattığı sorunlara rağmen, bir açıdan da doğadaki kirleri örterek kısa bir süre için de olsa hayatımıza neşe katıyor diye düşünüyorum.


Karın yağdığı ilk gün, Maçka Parkı’nda insanı gülümseten renkli manzaralar vardı. Onlarca köpek, üzerlerinde kazaklar, montları ile karın tadını çıkarıyorlardı.

















Zaman zaman sokaklarda süslü püslü giydirilmiş köpekleri görüp  onların züppe sahipleri tarafından şımartılan şanslı köpekler olduğunu düşündüğünüz oluyor mu?  


Ya da bir mağazanın bebek bölümü diye gittiğiniz köşesinde gördüğünüz  giysilerin aslında  kedi veya köpek kıyafetleri olduğunu görüp şaşırdığınız?














Ben de köpek sahibi olmadan önce köpeklerin giydirilmesinin gereksiz olduğunu düşünürdüm.
Ancak sonradan öğrendim ki, sokaktan eve aldığımız hayvanlar bir süre sonra ev şartlarına alışıp aynı insanlar gibi dışarı çıkınca üşüyorlarmış.











Ben de soğuk havalarda "Angel"ı eğer üzerinde pardösüsü olmadan sokağa çıkarırsam çabucak eve dönmek istediğini keşfettim. Şimdi giydirmeden sokağa çıkarmıyorum.










Nişantaşı Sokaklarında bazen çok sayıda köpeği tasmasından tutup yürüyen kişiler görürsünüz.










 Onlar semtimizin köpek gezdiricileri.










Geçenlerde yanımda yürüyen bir çiftin, ''İnsanın kendi köpeğini gezdirilsin diye başkasına vermesi ne kadar saçma.'' dediğini duydum.
Dışarıdan öyle gözükebilir tabii ama işin aslı şu ki, gezdirilen köpeklerin çoğunun sahibi çalışan insanlar veya evden çıkamayacak kadar yaşlı kişiler. 
Ben de evden çıkamayacak kadar hasta olduğum günlerde onlardan yardım alıyorum.











Çalışan kişiler bütün gün evde köpeklerinin kapalı kalıp strese girmesini istemiyorlar.Köpeklerin gezmesi, oynaması, tuvalet ihtiyaçlarını gidermesi için dışarıya çıkmaları ve enerjilerini boşaltmaları gerekiyor.
Nasıl ki, küçük çocuklar ''apartman çocuğu'' sendromuyla evde bir süre sıkılıp yaramazlık yapmaya başlıyorsa, köpekler içinde aynı şey söz konusu.











Bu abiler sabah 8 - 9 arası köpekleri evden alıyor, parka götürüyor ve 2 saat oynayıp saat 11 gibi eve bırakıyorlar. Akşamüzeri de saat 4 - 5 arası ayıp 7 gibi geri getiriyorlar.










Köpek gezdiriciliği Nişantaşı'nda önemli bir iş kolu ve getirisi de hiç fena değil. Aynı kişiler siz seyahate çıktığınızda da köpeğinize evlerinde bakıyorlar.Sosyal Köpekler Klübü'nün sahibi Cengiz'in söylediğine göre, erkek köpekler daha yaramaz oluyorlarmış.Bana bir gün, '' Bu işe başlayıp dişi ve erkek köpekler arasındaki farkı gördükten sonra anladım ki, eğer dünyayı kadınlar idare etseymiş, daha barışçıl bir ortam olur, daha az sorun çıkarmış'' demişti.











Her zaman siyaset yazacak değilim ya...
Bu hafta da can dostların neşesini sizlerle paylaşmak istedim.

Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 15 Aralık 2013 de Nishtime'da yayınlanmıştır