22 Nisan 2014 Salı

MİLLİ İRADESİZLİK http://akdenizhaberci.com/makale/milli-iradesizlik/

Selin Melek AKTAN


7Nisan 2014 

http://akdenizhaberci.com/makale/milli-iradesizlik/

Selin Melek AKTAN

Milli iradesizlik

Son 3 aydır gündemimizi meşgul eden yerel seçimler nihayet sona erdi.
Günlerdir  bu konuda ne yazacağımı düşünüyordum..
Geçen hafta gece kafamda toparladığım cümleler sabah aklımdan uçup gitti.

Rahmetli Vehbi Koç’un çok önemli bir tavsiyesi vardır.

Koç yöneticilerine ve aile bireylerine, ‘’birisine kızıp ta yazdığınız mektubu sahibine yollamadan önce 3 gün masanızda bekletin,3 gün sonra tekrar okuyun. Eğer aynı fikirdeyseniz o zaman yollayın ‘’dermiş.

Ben de seçimlerden sonra bir süre toplumdaki çürümüşlükten ötürü duyduğum utancı nasıl dile getireceğimi, metroda yan yana durduğum, sokaklarda yan yana yürüdüğüm, dükkanlarda bir arada alışveriş ettiğim insanlara nasıl güvenebileceğimi düşündüm.
Hırsızlığın normal sayıldığı bir ülkede ahlaki kavramların yıkıldığını görmenin isyanını yaşadım.
Bana tüm  bunlar iyiliğin ve kötülüğün çarpışması gibi geldi.

Balkonda sıralanan insanlara, hırsızlığın zaferini alkışlayanlara bakamadım, yüreğim bunu kaldırmadı.

Eskiden dindar insanların AKP ye oy verdiğini düşünürdüm. Fikrimi değiştirdim.
Bu ülkede din diye bir şey kalmadığını, çoğunluğun özde değil sözde Müslüman olduğuna karar verdim.

Atatürk ilkelerine sıkı sıkıya bağlı bir ailede, haram ve helal kavramı ile büyümüş bir insan olarak birden ben ve benim gibi insanların bu ülkenin en özde Müslümanları olduğunu anladım.
Çünkü hırsızlık  ne dinen ne hukuken ne de ahlaken,hangi taraftan bakarsanız bakın benim ve benim gibilerin asla hoş göreceğimiz bir şey değildi.

Yolsuzluğun rüşvetin alkışlandığı, buna hesap soran partilerin yuhalandığı bir toplum için aidiyet duygusu duyamayacağımı fark ettim.
Milli irade denen şeyin şu geldiğimiz noktada utanç verici bir  milli iradesizlik olduğunu gördüm.

Hayatımın çeşitli devrelerinde dünyanın dörtte üçünü gezme fırsatım oldu.
Küçücük toprak parçalarında refah içinde yaşayan memleketleri de gördüm, kocaman toplarda sınırsız yeraltı zenginlikleri olduğu halde fakirlikten kırılan  ülkeleri de..

O sınırsız yeraltı kaynaklarına sahip olduğu halde halkı bir dilim ekmeğe muhtaç ülkelerde sorun neydi biliyor musunuz? Afrika’da olduğu gibi ya dışarılardan birileri gelip onları sömürmüştü, ya da Güney Amerika’da olduğu gibi yöneticiler rüşvet batağının içine düşüp, ülkelerini ve onların değerlerini bol keseden satıp savmışlardı.

Kuzey Amerika ile Güney Amerika toprakları arasında ne yüz ölçümü, ne doğal kaynaklar ne de iklim şartları, ve coğrafi koşullar bakımından bir fark yoktur.
Amerika Birleşik Devletleri dünyaya hükmederken, Güney Amerika  Devletleri hep bir yoksulluk mücadelesi içindedir.
Farklı zamanlarda  çeşitli defalar Meksika, Brezilya, Şili, Peru, Bolivya gibi ülkeleri gezdim. Halk fakirdi ve bölgelerde  dinlediğim hikayeler hep aynıydı.

Özelleştirme adı altında satılan devlete ait kaynaklar, rüşvet karşılığı verilen ihaleler, gitgide zenginleşen başbakanlar, bakanlar, sesini çıkarmaya çalışan ve gitgide fakirleşen  halklar....
Benim kulağıma çok tanıdık gelen bu hikayeler,
birlikte seyahat ettiğim ve  gerçek demokrasinin  yaşandığı
yerlerden  gelen Avrupalı Amerikalı turistler için tabi ki çok sıra dışıydı.
‘’Çalıyorlar ama yol yapıyorlar’’ zihniyetinde olanların vatandaş olarak kendilerini küçümsediklerini ve haklarının ne olduğundan haberleri olmadığını düşünüyorum.

Hükümet  o yolu, kimseye iane olarak yapmıyor, sizin benim
onun vergileriyle ,yani bizim paramızla bize yapıyor ve zaten bu işleri yapmak için  gayet yüksek maaşlarla bu görevlere  talip oluyorlar .Yani çalışma saatlerinin parasını da yapılan yolun bedelini de aslında biz ödüyoruz .Bunun farkında mıyız?

Evlerine 3-5 kilo kömür ve makarna gittiği için Tayyip Erdoğan’a gönül borcu olanlara sormak istiyorum?
Niye o kömüre ve o makarnaya ihtiyaç duyacak durumdasınız?

Ancak kötü idare edilen ülkelerde bazı insanlar milyar dolarlara üç beş kuruş derken, diğerleri yoksulluğu bir kader olarak görür...Devletin görevi size  iş ,çocuklarınıza eğitim  imkanı sunmak  ve verilen şeylere ihtiyaç duymayacak bir refah seviyesine ulaştırmaktır. Halkını  sadakaya muhtaç hale getirmek değildir.

Gerçekten demokrasinin iyi işlediği ,iyi yönetilen gelişmiş ülkelerde insanlar arasında böyle gelir farklılıkları yoktur.

Toplum olarak, ‘’herkes çalıyor, ne yapalım ‘’düşüncesi ile hareket edip rüşveti yolsuzluğu kabullendiğimizde zaten çürüme noktasına gelmişiz demektir. Şu an Türkiye’de gördüğüm durum bu ve hırsızlığın legalleştirildiği bir ülkede asla adalet yoktur, terbiye adap kalmamıştır ve insanlık ölmüştür diye düşünüyorum.
30 mart seçimleri bu yüzden bence  demokrasinin kara günü olup milli iradesizliğin zaferidir.
Çünkü halkımızın büyük bir çoğunluğu, hırsızlığa, yasaklara, adaletsizliğe, rüşvete, yalana dolana, mezhep ayrılıklarını körükleyenlere, kabadayılığa küfüre milletin gözünün içine baka baka onlarla alay edenlere oy vermiş ve onları alkışlamıştır.
Ben o çoğunluğun içinde değildim, asla da olmayacağım.

Küçücük bir çocukken ak saçlı nur yüzlü rahmetli anneannem ahir zamanda bina, zina artacak ve iyi insanlar tek tek
seçilecek derdi. Biz de dizlerinin dibine oturur anlattıklarını hikaye gibi dinlerdik.
Bu oyları verenlerin çocuklarını hangi değerlerle büyüteceklerini merak ediyorum. Çal mı diyecekler?
Ben böyle bir dünyada asla hırsızlığı alkışlayanlardan olmayacağım.
Bundan sonra ben ve benim gibi insanlar temiz bir ruhla yolumuza  devam edeceğiz.
Spritüal olarak da inanıyorum ki, bizim gibi insanların görevi çok büyük. Sözün özü, ‘’Kötülüğe  karşı iyilikle mücadeleye devam ‘’diyorum ben..
Ha bu arada bu yazımdan ötürü beni küfürlere boğacak olan AKP lilere de  şimdiden teşekkür ederim. Aldım kabul ettim, ve doğruluğu savunduğum için özür dilemeyeceğim.

Aktan'ın bu yazısı 7 Nisan 2014 tarihinde Akdeniz Haberci Haber sitesinde yayınlanmıştır.

"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISAYOLU

"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN - NiSHTiME.COM ::: NİŞANTAŞI'NIN KISA YOLU


Selin Melek AKTAN
"ADI AYLİN"DEN "HAYAT VE HÜZÜN"E AYŞE KULİN
15 Nisan 2014 Salı 
Bazı yazarlar vardır. Kitapçı vitrinlerinde onların yeni bir kitabını gördüğünüzde içeriye girip o kitabın sayfalarını çevirmekten kendinizi alamazsınız

O yazarların kitapları sıkıntılı bir dünyada size sunulan sürprizli bir elma şekeri gibidirler.

Hayata biraz ara verip size sundukları sihirli dünyaya adım atmak için  adeta sabırsızlanırsınız.
Benim de Türk Edebiyatı'nda beni böyle heyecanlandıran birkaç favori yazarım var ve Ayşe Kulin de onlardan biri.

Pek çok edebiyat sever gibi benim de Kulin kitapları ilk tanışmam onun "Adı Aylin" isimli romanıyla  oldu.

"Füreya" isimli eseri Türk seramik sanatının ustalarından ve ilk kadın sanatçılarından Füreya’nın renkli yaşamını anlatırken, "Türkan Tek ve Tek Başına" sevgili Türkan Saylan’ın hayatını anlatıyordu.

"KöprüFırat üzerinde büyük çabalarla yapılmış bir köprünün ve biraz da rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun hikayesidir.

"Kardelenler" isimli araştırma kitabının ise hayatımdaki yeri bambaşkadır ve beni Doğu'nun kötü kaderlerini yenmeye çalışan güzel kızları ile tanıştırmış, sonrasında Çağdaş Yaşam Derneği'nin çalışmalarını ömür boyu destekleme kararı vermeme vesile olmuştur.

Ayşe Kulin'in 2 yıl önce yayınladığı "Hayat ve Hüzün" isimli kendi hayatını anlattığı otobiyografik romanı belki de beni hayal kırıklığına uğratan tek romanıdır diyebilirim.

İki kitap birbirinin devamı niteliğinde olduğu için onlara tek roman diyorum.

Bence insanın kendi hayatını yazması dünyanın en zor şeyi.

Hele de geçmişimizde hatırlaması bizi üzen hatıralar varsa.

Ayrıca inanıyorum ki hepimizin hayatında  hem gün ışığına çıkartmak istediğimiz hem de ne kadar şeffaf olmak istersek isteyelim yine de kimseyle paylaşmak  istemeyeceğimiz anılarımız vardır.

Sevgili Ayşe Kulin’in o kitapları yazarken ne kadar zorlanmış olabileceğini tahmin edebiliyorum.

Çünkü en zor şey insanın geçmişi ile hesaplaşmasıdır.

Tabi bir de kendi yaşam hikayenizi anlatırken yaşamınıza dokunmuş başka insanları da ister istemez sayfalarınıza taşımak zorunda kalıyorsunuz. İşin içine başkalarının hayatına saygı anlamında biraz sansür de girince, kimsenin kendi hayatını istediği gibi yazabileceğini sanmıyorum.

Ayşe Kulin’in o romanlarında beni rahatsız eden şey, yaşadığı olayları anlatırken, sanırım duygularını pek  yüzeye çıkaramamış olmasıydı.

Bilmiyorum, belki de yazar, bir kadın, bir eş ve bir anne olarak 40 yıllık ayakta durma mücadelesini anlattığı bu kitaplarında duygularını tahmin etmeyi okuyucunun yorumuna bırakmış olabilir.

Bizi "Gizli Anların Yolcusu, Bora’nın Kitabı ve Dönüş" isimli üçlemesi ile eş cinsellerin dünyası ile tanıştıran Ayşe Kulin son romanı "Hayal"de hayallerini ve yazar olma sürecini anlatırken bir  anlamda da romanlarının arka bahçesini   bizlerle paylaşıyor.

Çok samimi, içten bir dille yazılmış, zaman zaman komik hatıralarla süslenmiş anı romanı keyifle okurken yayınevleri,  film, yönetmenler ve yazarlar dünyası ile tanışacaksınız. Hayat ve Hüzün’ün aksine burada tüm duygularıda var.

İnsana hayatında ilham veren kişiler vardır. Türkan Saylan benim için böyle bir kadındı.

Ayşe Kulin de hem yazarlık serüveniyle hem de yaşam içerisindeki vazgeçmez ve vazgeçilmez duruşuyla sevgi ve saygı ile izlediğim başka özel bir kadın..
O hayallerini gerçekleştirmiş, darısı herkesin başına  diyelim☺)

Güzel günlerde kalın.