26 Şubat 2014 Çarşamba

http://akdenizhaberci.com/makale/hayat-ne-ilginc-degil-mi-/


Selin Melek AKTAN

Hayat ne ilginç değil mi?

Şubat ayında dışarıda bahar gibi bir hava var diye  üzüleceğimiz ve 2 gün yağmur serpiştirince sevineceğimiz hiç aklınıza gelir miydi?

Ama oldu işte.

Bir zamanlar  suyu bol bir ülke olmakla  övünürken, birdenbire  beliriveren kuraklık tehlikesi nedeniyle bu güzel havalara sevinemez olduk…

Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail gibi ülkelerde insanlar çölleri vahalara çevirirken bizim canım ülkemizi çöle çevirmemiz ne acı değil mi?

Gezi parkında 3- 5 ağaç kesilse ne olur, yerine yenilerini dikecektik diyenlere bir ağacın sadece ağaç olmadığını, etrafındaki bitki örtüsü ve toprağın altındaki uzantıları ile canlı bir yaşam alanı yarattığını ve bunun da öyle dikilen 3-5 fidanla bir iki yılda gerçekleşmediğini acaba
nasıl anlatalım?

Güzelim İstanbul  Boğazı’nın iki yakasındaki yamaçları betonlaştırmayı marifet sayan, orman arazilerini imara açan, oraları parsel parsel, rüşveti en bol veren inşaatçıya  peşkeş çeken, ağaçları  söküp yerine AVM dikmeyi, medeniyet olarak gören cahiller ordusuna  bu saatten sonra  tabiat dersi mi verelim?
‘’Medeniyet ülkeyi beton yığınına çevirmek değil, ihtiyaçlar karşısında doğayla uyumlu çözümler üretebilmek ‘’ demektir.  

Tanrı doğadaki her canlıyı bir sebeple yaratmıştır.
Bir solucanın bile toprağın altını üstüne getirip onu havalandırma gibi bir görevi vardır.
Ve ormanlar doğada yüzyıllar  içinde  doğal olarak gelişmiş bitki örtüleri olup, içlerinde  kendilerine özgü bir habitatı barındırırlar.
Siz bir  ağacı söküp  başka bir yere dikmekle, oradaki  mikroorganizmaların yaşam alanını veya altındaki yeraltı sularını o başka yere  taşıyamazsınız.

Aşağıdaki resme bir bakın ve elinizi vicdanınıza koyup söyleyin, ne görüyorsunuz?
Boğaz 1.derece SİT alanı değil mi?
Çevre Bakanlığı’nın ülkemizde ne işler için kullanıldığını sanırım artık hepimiz  biliyoruz.

Görünen köy kılavuz istemez, İstanbul  kemoterapi neticesi saçlarını kaybeden kanserli bir hasta gibi, gitgide kelleşiyor.
























Hastanın saçları tedavisi bitince yeniden eski haline dönebilir, ama bizim ormanlarımız ağaçlarımız, kuşlarımız, arılarımız yerine gelmeyecek ve bu sadece göz zevkimizle alakalı bir olay değil. 
Kuraklık demek sadece evlerimizde içecek veya  yıkanacak su bulunmaması demek değildir.
Susuzluk aynı zamanda tarım arazilerinin  sulanamaması, bir gün gelip yiyecek sebze meyve bulamamak demektir.

Su hayattır ve ağaçsız bir ülke çölleşmeye, susuz kalmaya mahkûmdur.
Barajların bu kadar boş olmasının sorumluları kim acaba?

Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 24 Şubat 2014 de Akdeniz Haberci'de yayınlanmıştır...


http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/412/benim-adim-angel-7-yasinda-bir-golden-retriwerim

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/412/benim-adim-angel-7-yasinda-bir-golden-retriwerim

Angel Pati

BENİM ADIM ANGEL 7 YAŞINDA BİR GOLDEN RETRIWER'IM

Eski sahibim sanıyorum sokakları keşfetmem için beni 2 yıl önce Sarıyer denilen bir yere bıraktı.Bir süre Maden Mahallesi'nde yaşadım.Sokaklarda hayat çok zordu,hele de hava soğuyunca.Yağmur yağmadan önce bir gürültü oluyordu ve ben nereye kaçacağımı bilmiyor,sığınacak bir yer arıyordum.Hala o gürültüleri duyunca çok korkuyorum ama şimdi annemin kucağına tırmanmaya çalışıyorum.O da, '' Tamam kızım,tamam korkma ben yanındayım''diyerek beni sakinleştirmeye çalışıyor.Gerçi o yaşadığım mahallede sokakta bir yığın çocuk vardı ve ben onlarla oyun oynamayı çok seviyordum.Sonra bir gün beni ''Tip Top'' isimli bir otele götürdüler.Orada kafeslerin içinde birkaç köpek daha vardı.
Hele 2 tane küçük kahverengi köpek vardı ki,hem çok yaramazlardı hem de çok gürültü yapıyorlardı.Otelin sahibesi Esra Hanım çok şekerdi.Hepimize çok şefkatli davranıyordu ama doğrusu kafeste yaşamayı hiç sevmemiştim. 
Sonra bir gün otele yanında bir arkadaşıyla annem geldi.Beni görünce, ''Ama bu çok şişman''dedi.Esra Hanım da ona,''Sokakta bulduğu her şeyi yediği için öyle,normal bir evde yaşamaya başlayınca zayıflar'' diye cevap verdi.Ayrılırken Esra Hanım,''Güzel Angel. Umarım yeni evinde çok mutlu olursun''diyerek beni yanaklarımdan öptü.Gözleri niye yaşlıydı hiç bilmiyorum.Kapının önüne çıktığımızda kocaman bir araba gördüm.Hayatımda hiç arabaya binmemiştim.Zaten nasıl bineceğimi de bilmiyordum.
Bu yüzden iki kişi beni popomdan ittirerek arka koltuğa oturttular.Şimdiki annem ön koltuğa oturdu, arkadaşı ise yanıma oturarak yol boyunca benim başımı okşadı.
 Nereye gittiğimizi bilmiyordum ama hem hareket eden bir şeyin içinde  olmak hem de bir ablanın beni sevmesi çok hoşuma gitmişti. Yeni bir maceranın kokusunu alıyordum.

Annem Nişantaşı’na gelince beni önce köpek eşyaları, mamalar satılan bir yere götürdü. Bazı abiler ben alt kata indirdiler ve köpüklü sularla bir güzel yıkadılar.
Yıkanırken çok uslu durdum. Çünkü ben uslu bir köpeğim. 
İşte ben o geceden sonra Nişantaşılı oldum. 
Yeni evime geldiğim ilk gece sabaha kadar uyuyamadım, etrafımı keşfetmeye çalıştım. Annemden yayılan heyecan ve endişeyi hissediyordum.

Söylediğine göre onun daha önce hiç köpeği olmamış. Sanki biraz şaşırmış ve ne yapacağını bilemiyor gibiydi.
Ertesi sabah sokağa çıkmadan önce boynuma tasma takarken sanki beni inciteceğinden korkuyordu. Sokağa çıktığımızda yanımızdan gelip geçen arabalara şaşkınlıkla baktım. Burası daha önce yaşadığım yerlere hiç benzemiyordu. Sanki arabalar üzerime gelecek ve beni ezecek sanıyordum.


Sokaklarda yaşadığım günlerde diğer sokak köpekleri beni  istemiyorlardı. Burada da sokak köpekleri vardı ve ben onlardan çok korkuyordum. Uzaktan onların kokusunu aldığım zaman kaldırımda duruyor, yürümek istemiyordum. 

Boynumda tasma olmasa eve geri döner veya daha önce yaptığım gibi güvenli bir yerde saklanırdım. 

Ama burada bunu yapamıyor, sadece annemin yüzüne bakıyordum. 
"Angel niye yürümüyorsun, yoruldun mu, ne oldu?" diye soruyordu.
Sonra korktuğumu anladı.

Durakladığımda etrafa bakıyor ve sonra yanıma gelip başımı okşuyor, "Tamam bir tanem, köpek mi var, tamam gördüm onu, merak etme ben seni korurum" diyordu.
O zaman başımı eğip annemin yanında yürüyordum.
Başımı eğince başka köpeklerin beni görmeyeceğini biliyorum. 

Yani ben onları görmediğime göre onlarda beni göremezler değil mi? 
Sonraları nedense annem yanında benim mamalarımdan taşımaya başladı. 
Uzaklardan bize doğru havlayarak gelen bir köpek gördüğünde dünyanın en yumuşak sesiyle "seni güzel şey. Gel gel bakayım. Ne ayıp! Niye havlıyorsun öyle! Sen cici bir köpeksin. Hiç yakışıyor mu sana böyle havlamak’’ diye konuşuyor, sonra da cebinden çıkardığı mamaları veriyordu. 

O zaman o öfkeyle koşan köpeklerin kuyruklarını salladığını ve başlarını aynen benim yaptığım gibi anneme uzattığını gördüm. 
Bazen ben de o mamalardan yemek için başımı uzatıyordum ama annem "Sen kahvaltını ettin ya Angel" diyordu. 

Ben gerçi bütün o mamaların benim olmasını isterdim ama anneme uslu bir kız olduğumu göstermek için o kötü köpekler mamaları yerken kenarda durup beklemeye başladım. 
Oradan uzaklaşırken annem, "Angel niye onlarla konuşup arkadaşlık etmiyorsun, bir tanem  bak onlarda senin gibi sokakta kalmışlar ve  sevilmek istiyorlar" diyor. 

Ama ben köpek değilim ki! Gerçi vücudum köpek gibi, adım da Angel Pati, ama ben hep insan olduğumu düşünüyorum ve insanları  çok seviyorum. 
En çok sevdiğim bir başka şey de parkta çimlerin üzerinde yuvarlanmak...
Oralarda harika kokular oluyor.  
Arada bir kemik de buluyorum. Gerçi annem bazen evde bana kemik veriyor ama açık havada çimlerin üzerine oturarak kemiğimi kemirmenin zevki bambaşka. 

Nişantaşı’nda yolda yürürken bazen kenarlarda öbek öbek, küçük mamalar görüyorum ama yakınlarında hep kediler oluyor. Kediler yüzüme pati attıkları için onlarla oynamayı hiç sevmiyorum. Onları gördüğümde kayışımı çekerek annemi karşı kaldırıma geçirmeye çalışıyorum. 

Annem ise, "Angel ya, sen nasıl bir kuçusun,bu dünyada kedilerden korkan bir köpek varsa o da sensin herhalde" diyor. 

Bazen yolda yürürken başımı kaldırıp insanlara bakıyor ve göz göze geldiğimizde onların yorgunluklarını endişelerini, heyecanlarını, korkularını hissediyorum. 

Bazıları bizi durdurup, "Sen ne tatlı şeysin öyle" diye beni sevmek istiyorlar. 

Ben de daha iyi sevmeleri için başımı uzatıyor ve kuyruğumu sallıyorum. Böyle zamanlarda içlerindeki enerjinin değiştiğini ve sımsıcak bir sevgiyle dolduklarını hissediyorum.  

Nişantaşı izlenimlerime devam edeceğim. 

Şimdilik hepinize pati pati yapıyorum.
Angel Pati'nin bu yazısı 12 Şubat 2014 de Nishtime' da yayınlanmıştır..

13 Şubat 2014 Perşembe

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/411/nisantasinda-kahve-bahane-sohbet-sahane

NiSHTiME.COM

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/411/nisantasinda-kahve-bahane-sohbet-sahane
Selin Melek Aktan

 Selin Melek AKTAN


NİŞANTAŞI'NDA KAHVE BAHANE,SOHBET ŞAHANE 
İnanabiliyor musunuz Amerika’nın California eyaletinde "Dumb Starbucks" diye bir kahve dükkanı açılmış. Amblemi bile neredeyse aynı ama adı "Aptal Starbucks" ve gerçek "Starbucks"ile alakası yok.

Nasıl bir nedenle bu dükkânın açıldığını bilmiyorum ama orası Amerika, her şey mümkün ve hiç bir şey şaşırtıcı değil. 

Kendi adıma ben zaten Starbucks düşkünü değilimdir.  

Çünkü onların o her şeyi karton bardakla verme takıntısından nefret ediyorum. Hani kahvemi alıp çıkacaksam tamam, itirazım yok ama eğer oturarak içeceksem niye kahvenin yanında ağzıma bir de karton tadı gelsin ki? 

Herşeyin bir yakışığı ve estetiği var, değil mi ama? 

Nişantaşı’nda Starbucks ve Cafe Nero’nun dükkanları yanyana. 


Benim tercihim hep Cafe Nero’dan yanadır. 

Cafe Nero’yu ilk Londra’da keşfetmiştim. 2000'li yılların başındaCafe Nero, Starbucks ve Mangeria, Londra sokaklarını işgal etmişti ve birbirleriyle büyük bir yarış içindeydiler.  

Cafe Nero’yu kahvenin yanı sıra raflarında sağlıklı hafif atıştırmalıklar, çorbalar, salatalar falan da bulundurduğu için hemen sevmiştim. Tabi bir de çay istediğinizde "Tercihiniz fincan mı, bardak mı?" diye sordukları için. 

Eğer oturarak içecekseniz kahveyi de gayet güzel fincanlarda veriyorlar. 

Küçük bir detay gibi gözükebilir ama ben bu karton bardak işini asla sevemedim. Geçen gün galerimizdeki açılışa gelen misafirlerimizden biri de İstanbul’un tarihi bir mekan içindeki en güzel galerilerinden birinde şarabın plastik  bardakta verilmesini eleştiriyordu ki  bence çok haklı.  

Bir de Starbuck ’da  o acayip karton bardakların üzerine isminizi yazıp, hazır olduğunda sizi adınızla çağırmaları var ki, o da başka bir durum. Belki ben adımın herkes tarafından duyulmasını istemiyorum, olamaz mı yani? 

Cafe Nero’yu sevmek için  bir başka nedenim daha var. O da son derece hayvan dostu bir kafe olması. Köpeğim Angel ile birlikte sıraya girip güzel güzel çayımı kahvemi alabiliyorum. Sıramı beklerken muhakkak onu seven birileri çıkıyor ve Angel da kuyruğunu sallaya sallaya sevilmenin tadını çıkarıyor. Arka taraftaki bahçesinde de beraberce oturabiliyoruz. 

Yalnız şimdilerde içeriye bazı satıcılar dadanmış ve garsonlar da buna bir yere kadar müdahale edebiliyorlar. 

Geçenlerde bir akşamüzeri arkadaşımla oturuyorduk ki, yanımıza bir adamcağız yanaştı. 

"Abla, ben çorap satıyorum,  lütfen alın, evime yemek götüreceğim" dedi. Elindeki çoraplara baktımb Herhalde Eminönü’nde bir liraya satılıyordur. Neyse  başımızın gözümüzün sadakası olsun diyerek 10 lira verip aldık bir adet çorap. Bu arada gözüm takıldı. Dışarıya çıktığında oturduğumuz yerden, arkasından baktım. Biraz önce bize bir şey satmaya çalışırken ezile büzüle konuşan o  adam, dışarıya çıkıp caddenin karşısına geçmeye çalışırken vücut diliyle sanki mutasyona uğramış gibiydi. İşini halletmiş insanların rahatlığı içinde elleri cebinde dimdik yürüdü gitti. 

Tam sohbetimize geri dönmüştük ki, bir de baktık elinden tuttuğu 5 - 6 yaşındaki  küçük oğlan çocuğu ile başka adam bitiverdi yanımızda. Çocuk elindeki kırmızı bir balonla mutlu mutlu oynuyor. 

"Abla kanser hastasıyım, ilaçlarımı alamıyorum, ya ilacımı alın, ya da para verin" diye ezik bir ses tonuyla konuşan baba ile hiçbir şeyin farkında olmayan ve kırmızı balonunun tadını çıkaran küçük oğlan öyle tezat içindeler ki!  

"Kaç  lira tutuyor ilaçların?" diyoruz, bilmiyor.  

Biraz sonra garson gördüğüm en kibar haliyle yanımıza geldi. Adama nasıl yalvarıyor "Abicim ne olur kapının önünde dur" diye. Biraz önce o ağlamaklı sesle konuşan adamı da görmeniz lazım. Dikleşti, yüzüne inanılmaz sert bir ifade yerleşti.  

Hani garson biraz diklense, kavga çıkacak. 

Vallahi zavallı garsona acıdım. 

Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Öyle bir durum yani. 

Belli ki insanlar Nişantaşı’nda oturan veya gezenlerin acıma duygularını kullanma konusunda oldukça profesyonel olmuşlar. 

Nişantaşı sokaklarında gezerken gerçek bir kahve molası vermek istiyorsanız bir diğer güzel seçenek te "Kahve Dünyası" 

Eskiden Kahve Dünyası sadece Amerikan Hastanesi’nin sokağında vardı. 

Son bir, iki yıldır City’s Alışveriş Merkezi’nin en alt katında da faaliyet gösteriyorlar ve çok başarılılar. 

Zengin bir çikola ta  çeşitleri var ve hepsi rahatlıkla tadına varmak için veya küçük bir arkadaş ziyaretine giderken alıp götürebileceğiniz hoşlukta. 

Türk kahvesinin, yanında lokum, bir bardak su gibi geleneksel ritüellerle sunulmasına bayılıyorum. 

Kahve Dünyası'nda Türk kahvesini sütle de yapabiliyorlar. Bu da çok güzel. 

Herkesin damak tadına uyar mı bilmiyorum ama ben şahsen kilosuna dikkat etmesi gereken bir dondurmakolik olarak oranın az şekerli, yoğurtlu dondurmalarına bayılıyorum. 

Tek handikap Kahve Dünyası'nda çay olmaması. Bir de menülerine çayı alsalar bence süper olacak. 

Pelit Pastaneleri'ne ait Zamane Kahvesi, Nişantaşı Valikonağı Caddesi üzerinde Yargıcı’nın ve Mango’nun karşı sırasında son derece aydınlık bir mekan.. 

Kahvenin beyaz ahşap duvarları ve birbirine çok yakın durmayan masaları içinize ferahlık veriyor. 

Özellikle kahvaltı menüleri çok zengin. Öyle ki bazen bir tabağı iki kişi ancak bitirebiliyorsunuz. Sohbet ederken yandaki masalarla burun buruna oturmak zorunda kalmadığımız için arkadaş gruplarımla orada buluşmayı seviyorum. 

Görme ve görülme ihtiyacında olanlar için değil de daha çok özel sohbetler için güzel bir mekân olduğunu düşünüyorum.
Siz kahvenizi nasıl alırdınız?
Hoş ne demişler "kahve bahane, sohbet şahane"...
Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 12 Şubat 2014 de Nishtime' da yayınlanmıştır...




12 Şubat 2014 Çarşamba

http://akdenizhaberci.com/makale/sizce-guc-kimde-/



Selin Melek AKTAN
Selin Melek Aktan 
Sizce Güç Kim de?

Merhaba

Benim adım  Kapitalizm!
Küçük kızlarınızı Barbie bebeklerle büyüttüm  ve 17 yaşındaki kızların çoğu dış görünüşlerinden rahatsız.
Bugün sizden estetik operasyon için para istiyorlar diye neden şaşırıyorsunuz?

Çıkarlarım uğruna kocaman bir moda endüstrisi yarattım.İstediğimi de elde ettim,
Ben Kapitalizmim!
Bir kadının bir moda dergisini 15 dakika karıştırması kendi vücudunu beğenmemesine yetiyor.

Ben Kapitalizmim ve bakış açınızı öyle bir değiştirdim ki, hırsız bir CEO'nun hayat hikayesi sizin için "azim ve başarı hikayesi" olabiliyor.

Ben Kapitalizmim , beyinlerinizi istediğim gibi uyuşturdum.
Ortalama bir insanın günde 5.5 saat TV izlediği, kitap okumadığı, tiyatro ve sinemaya çok az gittiği bir toplumda kaybetmek gibi bir korkum yok!


Ben Kapitalizmim ve Steve Jobs tabii ki çok önemli biriydi, kullandığınız makineleri 3. Dünya Ülkelerinde, ucuz işçilerle üretmekte çok başarılıydı..
Elbette bütün kapitalistler, gözünüze bir aziz gibi görünecekler. Bill Gates,150 milyon dolarlık 66.000 m2 bir evde yaşayan bir aziz!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden ortalık miras kavgaları yüzünden kanlı bıçaklı olmuş akrabalarla dolu.

Her yıl 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz bir koşu bandının üstünde fazla yağlarınızı eritmek için ter döküyorsunuz!

Ben Kapitalizmim ve benim yüzümden dünyada 600 milyon obez ve 1.4 milyar aç insan var!

Ben Kapitalizmim ve Starbucks için kahve üreten bir çiftçinin oradan bir bardak kahve satın alabilmesi için 3 gün çalışması gerek!
Ben Kapitalizmim ve Uzak Doğu'da 6-12 yaş arası kızlar 100$ a seks kölesi olarak satılıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve serbest piyasa ekonomisi denen yalana bayılıyorum.
Ne mutlu bana, Amerikalıların % 24'ü eğer milyarder olmaları için bütün ailelerini reddetmeleri gerekecekse, bunu yapabileceklerini söylüyor.


Ben Kapitalizmim ve kadınlara sesleniyorum!
Lütfen birer obje haline geldiğinizi aklınıza getirmeden Victoria's Secret'a koşun. Victoria's Secret ülkelerine Türkiye ‘de eklendi. Avuç içi kadar çamaşıra 80$ verince çok mutlu olacağınızı garanti ediyorum!

Ben Kapitalizmim ve 15 yaşındaki bir çocuğun iPad alabilmek için böbreğini sattığını duyunca zevkten dört köşe oldum!

Ben Kapitalizmim ve Madonna'nın sadece Londra'da ortalama 600 evsize barınak olabilecek büyüklükte 8 evi var,.
Ben Kapitalizmim ve Tayland'da Disney fabrikası için çalışan bir çocuğun Disneyland'e girecek parayı çıkarması için 55 gün çalışması gerek.

Afrika kıtası dünyanın altın rezervlerinin % 90'ını elinde bulundurmasına rağmen, dünyada sadece 4 tane Afrikalı milyarder var.

Ben Kapitalizmim ve Afrika kıtasından her sene ,tüm kıtanın açlık sorununu çözmeye yetecek miktarda 8.5 milyar$ değerinde pırlanta çıkıyor.
Ben Kapitalizmim ve sizi  o pırlantalarla mutlu olacağınıza inandırdım.
Hindistan'da 1 milyon kişi günde 1.2 dolar kazanarak o pırlantaları üretiyorlar.
Sadece o değil.
Dünyayı sarışın kadınların güzel olduğuna  da inandırdım, bu yüzden Asya kıtasında 300 milyon kadın düzenli olarak beyazlatıcı sabun kullanıyor.
Ben Kapitalizmim . Hayatlarına özendiğiniz Hollywood yıldızlarının % 64'ü kokain bağımlısı olduğunu  size söylemiyorum.

Ben Kapitalizmim ve yılda 20 milyon çocuk açlıktan ölürken siz aynı tişörtü haftada iki kez giymeye utanıyorsunuz.

Ben Kapitalizmim ve siz hangi tanrıdan bahsediyorsunuz?
Müslümanlar 5 yıldızlı Kabe manzaralı otellerinde, "ibadet" ederlerken  belki farkında değilsiniz ama,taptığınız tek tanrı aslında benim!.
Ben adım Kapitalizm ve bütün dünya Hıristiyan bayramı Noel'i sırf alışveriş yapıp eğlenmek için "kutlarken",ABD'de 7 milyon evsiz insanın olduğundan kimsenin haberi yok. .Çünkü TV'de gördüğünüz Amerikalıların hepsi havuzlu villalarda yaşıyorlar.

Ben Kapitalizmim ve yine başardım!

Bütün kadınları dolapları tıka basa dolu olduğu halde giyecek hiçbir şeyleri olmadığına inandırdım.

Dünya nüfusunun % 50'si dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 1'ine sahip.

Dünya nüfusunun % 1'i dünya kaynaklarının ve zenginliklerinin % 50'sine sahip.

Ben Kapitalizmim ve bankacılar benim evlatlarım.

Amerikalıların % 85'i eğer ekonomik durumlarını iyileştirebilecekse faşist bir hükümeti seçebileceklerini söylüyor.

İşte bu kapitalin gücü!

Bize bizi hatırlatması için bu gerçekleri   paylaşmak istedim.Siz ne diyorsunuz  bu hallerimize ?

Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 30 Ocak 2014 de Akdeniz Haberci'de yayınlanmıştır..

http://www.akdenizhaberci.com/makale/bu-hangi-y--/

logo
http://www.akdenizhaberci.com/makale/bu-hangi-y--/

Selin Melek AKTAN

Bu hangi Y ? 

Bu yazıyı yazmaya başladığım dakikalarda, Başbakan Erdoğan televizyonlardan güm güm bağırıyor ve cemaat için ''kafamı kızdırmayın, istersem sizi dünyaya terör örgütü olarak ilan ederim'' diyordu.

Ya insana demezler mi kardeşim sen o terör örgütü dediğin kimselerle yıllarca kol kola değil miydin? O zaman sen de mi terör örgütüsün diye?

Fethullah Gülen cemaatinin yıllardır devletin kilit noktalarına adam yetiştirmeye çalıştığı bir sır mıdır?

Hoca Efendi vizyonunun bu olduğunu hiç bir zaman saklamamıştır.Yol vermişsiniz ki, o kilit noktalara o adamlar yerleşmiş.

Siz değil miydiniz dershane kavgasının ilk günlerinde '' ne istediniz de vermedik'' diyen?

12 yıl iktidar olmuşsunuz? Menfaatleriniz çatışmadığı sürece gülbeşeker günler geçirmişsiniz.Şimdi rüşvet operasyonları başlayınca mı hakimler savcılar polisler çete oldu?O savcılar o hakimler bu ülkenin generallerini, genelkurmay başkanlarını, bilim adamlarını, üniversite hocalarını, gazetecilerini, televizyoncularını hapislere atarken adalet temiz adaletti de, şimdi mi kirli adaletsiz bir adalet oldu?


Ben ne Ergenokuncuyum, ne AKP liyim, ne de Fethullahçı.
Bu ülkenin asla farkında olmak istemediğiniz, varlığını kabul etmemekte direndiğiniz Atatürkçü, Cumhuriyetçi, vatanını milletini seven ve Müslümanlığı da gayet iyi bilen inançlı bir TC vatandaşıyım.
Bizleri hep zorladınız. İşimizi yapmak, yaptırmak, ticaret hayatımızı  doğru dürüst götürmek, en haklı olduğumuz konularda bile haklılığımızı ispatlamak, kendimizi var etmek için hep bir şeylere dahil edilmeye zorlandık.
Ya şuncu ya buncu olmamız istendi.
Dindarsan Atatürkçü olamazsın, Atatürkçüysen müslüman değilsin, vatanını seviyorsan MHP’li olmak zorundasın, hükümeti eleştiriyorsan ülkenin bölünmesini mi istiyorsun ikilemleri içine sokulduk.
Ama direndik.
Türkiye vatandaşı olmak, milletimize devletimize güvenmek istedik.
Bugüne kadar dinimi, ülkemi, vatanımı, haklarımı, sahiplenmek için hiçbir fraksiyona katılmaya gerek görmedim, bundan sonra da görmeyeceğim.
Çünkü dünyada asla hiçbir şey sadece ak ve kara değil..
Bir şeye körü körüne biat etmek insanı tarafsız gözlem yapmaktan uzaklaştırıyor.
Şimdi dönelim esas konumuza.. Rüşvet skandallarına.

Başbakandan rica ediyorum lütfen bundan sonra o televizyonlarda bangır bangır dinden imandan duadan falan bahsetmeyin.

Çünkü kanımca cidden Müslümanlığa ayıp oluyor.
Din bu ülkede halkın oylarını kapmak için kullandığınız bir zaaf noktası oldu ama bari ayıplarınızı örtmek için dua istemek gibi bir rezilliğe alet olmasın.
‘’Abdestimizden şüphemiz yok ki, namazımızdan şüphemiz olsun ‘’diyerek hala dine dayalı atasözleriyle haykırıp masum olduğunuzu savunuyorsunuz ya, e hadi o zaman ne duruyorsunuz, yol verin o adalete işini yapsın, korkunuz niye?

Siz değil miydiniz, daha birkaç ay önce ‘’bırakın benim savcım benim polisim benim yargıcım görevini yapsın’’ diyen?
Onlar çete ise, o zaman siz de o tarihlerde o çeteyi koruyan kollayandınız demek ki?
Ha eğer kim ve ne olduklarını şimdi anladım diyorsanız, ben de size bir vatandaş olarak  ‘’yani menfaatlerinize dokununcaya kadar mı? diye sorma hakkımı kullanırım.

Bu arada bu dünyadaki her şeyi kendinizin ilan etmek gibi bir alışkanlığınız olmuş olabilir ama öncelikle şunu hatırlatayım.
Bu ülkenin savcıları, hakimleri polisleri milletin hakimi savcısı ve polisidir. Hükümetler gider, iktidarlar değişir, vatandaşlar kalır.
Biz bu ülkenin vatandaşıyız, burada kalacağız.
Yolsuzluklarla çirkinliklerle yalan dolan işlerle bizleri bezdirerek, taraf yaparak, kızdırarak, sinirlendirerek ülkemizden soğutamayacaksınız.

Hiçbir savcı 1.5 sene sonunda elinde hakiki bir delil olmadan bir bakanın oğlunu tutuklamak için kapısına dayanmaz.
Bir de elimizi vicdanımıza koyalım.
Bir bakan oğluna rüşvet niye verilir ki? Tabi ki, babasının olmayacak bir işi halletmesi için.
Hukuk suçluluğu ispatlanana kadar tutuklananlar suçsuzdur mu diyor? Eyvallah.
O zaman bırakın hukuk mercilerini kendinize göre oynatmayı.
Türkiye Türkiye olalı böyle rezillik görmedi.
Kaldı ki dış mihrak, iç mihrak, komplo momplo diyerek rüşvet iddialarının üzerine gitmemek, yargıyı polisi hallaç pamuğu gibi atmaya çalışmak sadece sizin tabirinizle abdestinizden şüphe duyduğunuzu gösterir.

(Bu arada okuyucularımdan sadece başbakanın sözlerini tekrar mahiyetinde kullandığım bu tabirler için özür dilerim. Çünkü, dinle ilgili şeylerin bu kadar büyük rezillikler için kullanılması şahsen her duyduğumda  içimi ürpertiyor, canımı acıtıyor.’’ Her şeyi kirlettiniz bari duayı namazı abdesti falan rahat bırakın, onu da kirletmeyin sözlerinizle‘’ diye isyan etmek geliyor içimden.)

AKP hükümetinin seçim propagandası 3 Y üzerine kuruluydu. Yolsuzluk Yoksulluk ve Yasakların üzerine gitmekti bu 3 Y.. Ama bize bütün bunları sonunda kocaman bir Y harfi altında toplayacaklarını söylememişlerdi.
YALAN YALAN YALAN..

Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 29 Aralık 2013 de Akdeniz Haberci'de yayınlanmıştır...