13 Şubat 2014 Perşembe

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/411/nisantasinda-kahve-bahane-sohbet-sahane

NiSHTiME.COM

http://nishtime.com/tr-TR/kose-yazilari/411/nisantasinda-kahve-bahane-sohbet-sahane
Selin Melek Aktan

 Selin Melek AKTAN


NİŞANTAŞI'NDA KAHVE BAHANE,SOHBET ŞAHANE 
İnanabiliyor musunuz Amerika’nın California eyaletinde "Dumb Starbucks" diye bir kahve dükkanı açılmış. Amblemi bile neredeyse aynı ama adı "Aptal Starbucks" ve gerçek "Starbucks"ile alakası yok.

Nasıl bir nedenle bu dükkânın açıldığını bilmiyorum ama orası Amerika, her şey mümkün ve hiç bir şey şaşırtıcı değil. 

Kendi adıma ben zaten Starbucks düşkünü değilimdir.  

Çünkü onların o her şeyi karton bardakla verme takıntısından nefret ediyorum. Hani kahvemi alıp çıkacaksam tamam, itirazım yok ama eğer oturarak içeceksem niye kahvenin yanında ağzıma bir de karton tadı gelsin ki? 

Herşeyin bir yakışığı ve estetiği var, değil mi ama? 

Nişantaşı’nda Starbucks ve Cafe Nero’nun dükkanları yanyana. 


Benim tercihim hep Cafe Nero’dan yanadır. 

Cafe Nero’yu ilk Londra’da keşfetmiştim. 2000'li yılların başındaCafe Nero, Starbucks ve Mangeria, Londra sokaklarını işgal etmişti ve birbirleriyle büyük bir yarış içindeydiler.  

Cafe Nero’yu kahvenin yanı sıra raflarında sağlıklı hafif atıştırmalıklar, çorbalar, salatalar falan da bulundurduğu için hemen sevmiştim. Tabi bir de çay istediğinizde "Tercihiniz fincan mı, bardak mı?" diye sordukları için. 

Eğer oturarak içecekseniz kahveyi de gayet güzel fincanlarda veriyorlar. 

Küçük bir detay gibi gözükebilir ama ben bu karton bardak işini asla sevemedim. Geçen gün galerimizdeki açılışa gelen misafirlerimizden biri de İstanbul’un tarihi bir mekan içindeki en güzel galerilerinden birinde şarabın plastik  bardakta verilmesini eleştiriyordu ki  bence çok haklı.  

Bir de Starbuck ’da  o acayip karton bardakların üzerine isminizi yazıp, hazır olduğunda sizi adınızla çağırmaları var ki, o da başka bir durum. Belki ben adımın herkes tarafından duyulmasını istemiyorum, olamaz mı yani? 

Cafe Nero’yu sevmek için  bir başka nedenim daha var. O da son derece hayvan dostu bir kafe olması. Köpeğim Angel ile birlikte sıraya girip güzel güzel çayımı kahvemi alabiliyorum. Sıramı beklerken muhakkak onu seven birileri çıkıyor ve Angel da kuyruğunu sallaya sallaya sevilmenin tadını çıkarıyor. Arka taraftaki bahçesinde de beraberce oturabiliyoruz. 

Yalnız şimdilerde içeriye bazı satıcılar dadanmış ve garsonlar da buna bir yere kadar müdahale edebiliyorlar. 

Geçenlerde bir akşamüzeri arkadaşımla oturuyorduk ki, yanımıza bir adamcağız yanaştı. 

"Abla, ben çorap satıyorum,  lütfen alın, evime yemek götüreceğim" dedi. Elindeki çoraplara baktımb Herhalde Eminönü’nde bir liraya satılıyordur. Neyse  başımızın gözümüzün sadakası olsun diyerek 10 lira verip aldık bir adet çorap. Bu arada gözüm takıldı. Dışarıya çıktığında oturduğumuz yerden, arkasından baktım. Biraz önce bize bir şey satmaya çalışırken ezile büzüle konuşan o  adam, dışarıya çıkıp caddenin karşısına geçmeye çalışırken vücut diliyle sanki mutasyona uğramış gibiydi. İşini halletmiş insanların rahatlığı içinde elleri cebinde dimdik yürüdü gitti. 

Tam sohbetimize geri dönmüştük ki, bir de baktık elinden tuttuğu 5 - 6 yaşındaki  küçük oğlan çocuğu ile başka adam bitiverdi yanımızda. Çocuk elindeki kırmızı bir balonla mutlu mutlu oynuyor. 

"Abla kanser hastasıyım, ilaçlarımı alamıyorum, ya ilacımı alın, ya da para verin" diye ezik bir ses tonuyla konuşan baba ile hiçbir şeyin farkında olmayan ve kırmızı balonunun tadını çıkaran küçük oğlan öyle tezat içindeler ki!  

"Kaç  lira tutuyor ilaçların?" diyoruz, bilmiyor.  

Biraz sonra garson gördüğüm en kibar haliyle yanımıza geldi. Adama nasıl yalvarıyor "Abicim ne olur kapının önünde dur" diye. Biraz önce o ağlamaklı sesle konuşan adamı da görmeniz lazım. Dikleşti, yüzüne inanılmaz sert bir ifade yerleşti.  

Hani garson biraz diklense, kavga çıkacak. 

Vallahi zavallı garsona acıdım. 

Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Öyle bir durum yani. 

Belli ki insanlar Nişantaşı’nda oturan veya gezenlerin acıma duygularını kullanma konusunda oldukça profesyonel olmuşlar. 

Nişantaşı sokaklarında gezerken gerçek bir kahve molası vermek istiyorsanız bir diğer güzel seçenek te "Kahve Dünyası" 

Eskiden Kahve Dünyası sadece Amerikan Hastanesi’nin sokağında vardı. 

Son bir, iki yıldır City’s Alışveriş Merkezi’nin en alt katında da faaliyet gösteriyorlar ve çok başarılılar. 

Zengin bir çikola ta  çeşitleri var ve hepsi rahatlıkla tadına varmak için veya küçük bir arkadaş ziyaretine giderken alıp götürebileceğiniz hoşlukta. 

Türk kahvesinin, yanında lokum, bir bardak su gibi geleneksel ritüellerle sunulmasına bayılıyorum. 

Kahve Dünyası'nda Türk kahvesini sütle de yapabiliyorlar. Bu da çok güzel. 

Herkesin damak tadına uyar mı bilmiyorum ama ben şahsen kilosuna dikkat etmesi gereken bir dondurmakolik olarak oranın az şekerli, yoğurtlu dondurmalarına bayılıyorum. 

Tek handikap Kahve Dünyası'nda çay olmaması. Bir de menülerine çayı alsalar bence süper olacak. 

Pelit Pastaneleri'ne ait Zamane Kahvesi, Nişantaşı Valikonağı Caddesi üzerinde Yargıcı’nın ve Mango’nun karşı sırasında son derece aydınlık bir mekan.. 

Kahvenin beyaz ahşap duvarları ve birbirine çok yakın durmayan masaları içinize ferahlık veriyor. 

Özellikle kahvaltı menüleri çok zengin. Öyle ki bazen bir tabağı iki kişi ancak bitirebiliyorsunuz. Sohbet ederken yandaki masalarla burun buruna oturmak zorunda kalmadığımız için arkadaş gruplarımla orada buluşmayı seviyorum. 

Görme ve görülme ihtiyacında olanlar için değil de daha çok özel sohbetler için güzel bir mekân olduğunu düşünüyorum.
Siz kahvenizi nasıl alırdınız?
Hoş ne demişler "kahve bahane, sohbet şahane"...
Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 12 Şubat 2014 de Nishtime' da yayınlanmıştır...




Hiç yorum yok: