10 Ocak 2010 Pazar

Aktandan single geliyor.

http://www.turkhaberler.net/newsDetail.php?NewsID=199889

yaz yaz nereye kadar))))

Selin Melek Aktan ın çeşitli zamanlarda farklı medya kuruluşlarında çıkan köşe yazılarını bu blogda toplu halde bulabilirsiniz.

BEKLENEN TARİH 2010



Nihayet beklenen 2010 yılı geldi..Hani artık projelerdeki abuklukları duya duya neredeyse tüm heyecanımızı kaybettiğimiz İstanbul’un Avrupa’nın kültür başkenti olacağı o meşhur tarih geldi çattı.
Siz kültür başkenti olma yolunda kayda değer bir çalışma ,eskiye göre fark yaratan bir etkinlik
görüyor musunuz?

Vallahi ben göremiyorum. Dilerim yanılıyorumdur.Bu konuda haksız çıkmayı,haklı çıkmaya tercih ederim.Ülkeme değer katacak güzel bir şeyler yapılsın da,varsın ben haksız çıkayım.
Bir gün şu projeleri değerlendiren kişilerin çıkıp,şeffaf bir şekilde şu proje,şuna verildi,bu paraya falan diye yüreklice açıklamalar yapmasını bekliyorum.
Ne olup ne bittiğini ne zaman göreceğiz?
2010 geldi çattı zaten.Ellerinde ne varsa anlatsalar da biz de tüm paralar nasıl harika(!) yerlere harcandı bir öğrensek..
Her şeyi olduğu gibi bunu da harcadık.
Bir Şehrin ilk giriş kapısı neresidir yabancılar için?Tabi ki havaalanları değil mi?
Benim ömrümün %25 i seyahat etmekle geçti.Şanslıymışım ki dünyanın dörtte üçünü görme şansım oldu.Bu bana ne kazandırdı dersiniz?Öncelikle pratik bir bakış açısı ve vizyon..
Gittiğim hiçbir ülke benim ülkemden daha güzel değildi.
Ama kuşkusuz hepsi de ellerinde bir tek kozları bile olsa,bunu sonuna kadar kullanma becerisini bizden daha iyi gösteriyorlardı.
2010 projeleri konuşulmaya başladığından beri dilimde tüy bitti.
Havaalanına niye bir modern sanatlar müzesi yapmıyorsunuz diye..?
2007 yılında Peru’ ya gitmek için yolum Amsterdam ‘dan geçti.
Alanda transfer için bekleyeceğimiz 3 saatlik süreyi nasıl değerlendireceğimi düşünürken ,
KLM in uçaktaki dergisine baktığımda havaalanında bir resim müzesi olduğunu gördüm..Tabi müze deyince kimsenin aklına Topkapı müzesi gibi bir yer gelmesin.Evinizin oturma odası gibi bir şey.Ama zaten Amsterdam da Nişantaşı kadar bir şehir.Dolayısı ile oturma odası kadar müze onlara uyar.
Zaten beni etkileyen orada bir sanat müzesi olması fikriydi.
İstanbul’a Atatürk hava alanından giren bir yolcunun ilk gördüğü şey,niye Türk sanatçıların eserlerinden oluşan bir sergi olmasın?
Loungelardan pasaport kontrol noktasına varıncaya kadar olan koridorlarda yüzlerce metre boş duvar var.
Ortalarda da büyük boyutlu heykeller,gerekirse cam fanusların içinde sanat yapıtları olsa çok etkileyici olmaz mı?
Hatta ben işi daha da büyütür, o eserlerin küçük ebat baskılarını veya posterlerini free shoplarda sattırırdım.
Viyana hava alanını gördünüz mü?
Klimt’e ait ne varsa bardakların,çanakların,kutuların üzerine basılı olarak hediyelik eşya reyonlarında satılır.Böylece evinizde bir Klimt’iniz yoksa da Klimt desenli bardağınızdaki desene bakarak sanatçının ruhunu kokusunu teneffüs edebilirsiniz..
Bir ülke için bundan güzel bir tanıtım olabilir mi? Sergiyi 2 ayda bir değiştirirdim..
Ayrıca küçük bir müzede hiç fena olmazdı hani..
Müzeden satış olmaz..Ama mesela resim heykel müzesinin koleksiyonundaki eski Türk ressamlarının eserleri orada sergilenebilir,katalogları da müzeden satılabilirdi.

Şu sıralar Nişantaşı’ndaki Işık Lisesinin galerisinde’’ Batılının doğu sevdası’’adıyla Avrupalı Oryantalist ressamların resimleri sergileniyor.Başta Erol Makzume ve François Vuccino tarafından düzenlenen sergide özel koleksiyonlardan alınmış eserler sergileniyor.Her biri eski İstanbul’un bir yüzünü gösteren tarihi bir belge niteliğinde.Bu sergiye ait kataloglarında satılması iyi olurdu hava alanlarında.

Müzenin modern sanat bölümü ise İstanbul Modern sanat müzesinin devamı niteliğinde olur,bir takım eserler de orada sergilenirdi.
İstanbul hava trafiği açısından çok özel bir transit noktasında yer alıyor...Rusya’dan,Afrika’dan,Uzak doğudan Avrupa’ya giden uçaklar hep İstanbul’dan geçiyor ve yolcular genellikle 5-6 saat havaalanında beklemek zorunda kalıyor. Çoğunun bu süre içinde şehri ziyaret etmek gibi bir şansları olmuyor.Yolcuların bu süreler içinde kültür başkentinin modern sanatını ve sanatçılarını tanımaları fena mı olurdu.? Kataloglara sanatçının iletişim numaraları konurdu ve isteyen onlar ile kontak kurabilirdi.
Dünyada her zaman herkesin kazandığı projeler başarılı olur.Öyle bir şey yapmalısınız ki,katılımcı kazanmalı,orada hoşça vakit geçiren turist mutlu olmalı ve en önemlisi bunların geri dönüşüyle tüm toplum ve Türkiye kazanmalı.
Var mı elinizde böyle bir proje 2010 ajansındaki her şeyi bilen arkadaşlarım.

Öyle şeyler yapın ki, ülkemizin yüzünü ağartsın ve gerçekten diğer ülkelerle aramızda fark yaratalım..

Bugüne kadar duyduğum hangimizin cebi ne kadar dolar projelerde ben ucubelikten başka bir şey göremedim çünkü.
Hadi açıklayın şunları da,bizde bilelim nereye gitti tüm o paralar ve ne yapıldı?
Ben bu ülkede yaşıyorum,vergi ödüyorum,bu şehrin insanıyım ve bir sanatçıyım.Bu soruyu sorma hakkını da kendimde görüyorum...Şeffaflık,istediğimiz sadece bu..
Herkese mutlu, sağlıklı, kültürlü)))),bol paralı,neşeli güzel sürprizlerle dolu bir 2010 yılı diliyorum.,
Bu yazı Selin Melek Aktan 'ın 29 aralık 2009 da Sozcumagazin.net de yayınlanan köşe yazısıdır.

BAHARATLI BİR KARIŞIM





Ben her zaman daha çok sanatçımızın ülke dışındaki etkinliklerde yer alması gerektiğini savunanlardanım.
Çünkü yaşadığım deneyler bana bir sanatçının ülke tanıtımında 10 büyük elçiye bedel olduğunu gösterdi.
Sadece ses sanatçılarımız veya ressamlar heykeltıraşlarımız değil, mutfağımız,müziğimiz,edebiyatımız da Türkiye’yi tanıtabilmek, dolayısı ile turizm gelirlerimizi arttırabilmek için ortaya süreceğimiz kozlarımız.

İnsanların ancak ülkemizi ziyaret ettikleri zaman tadına varabildikleri muazzam bir mutfağımız var.
Ama ne yazık ki yurt dışında şiş kebap ve döner dışında fazla tanıtılamamış.Bir kısmını da Yunanistan sahiplenmiş.
Yunanlı arkadaşlarımı İstanbul’a geldiklerinde Nişantaşın’daki Hünkar lokantasına götürdüğümde aşina oldukları yemekleri ısmarlayıp,sonunda hepsinin burada daha lezzetli olduğunu itiraf etmişlerdi.
Çin mutfağını bütün dünya tanıyor.Japon,İtalyan ve Fransız ,Hint mutfağını da öyle..
İtalyanların meşhur spagetti makarnalarının kökeni ne dersiniz?Makarnayı bulan orta Asya’dan göç eden Türklerdir.
Niye spagetti o kadar bilinir de,mesela Türk usulü mantı son derece lokal bir tat olarak kalmıştır dünya üzerinde..
Pizzacılar varsa ,niye dünyada lahmacuncular da olmasın.?..Kendimizden olan her şeyi bu kadar küçümsemek ve tu kaka etmek zorunda mıyız?
Nişantaşı kafelerinde cafe Amerikano var,Fransız kahvesi var,espresso var da niye Türk kahvesi yok?
Bu derece bir özentiyle komik olmuyor muyuz sizce?
Belçika’dan gelen misafirim ‘’yemeğin üzerine Türk kahvesi içmek istiyorum ‘’deyince ne demeliyim sizce?
‘’Biz Avrupalı olmaya çalışıyoruz,o yüzden Avrupa ve Amerikan usulü her tür kahvemiz var ama Türk kahvesi yok mu diyeyim?
Yıllar önce bir gün Nişantaşı’ndaki Zanzibar da yemeğin yanında ayran istedim.Garson yüzüme sanki hayatındaki en büyük hakareti işitmiş gibi bakarak,
‘’Biz de ayran olmaz hanımefendi’’ dedi.Vay canına, içecekler bölümüne coca cola koymak normal,muzlu votka falan doğal,ama ayran kanımıza dokunuyor öyle mi?
Hadi düşünemediniz,’’yok ‘’demek yerine mönümüzde yok ama tabi ki ben size ayran getiririm demek bu kadar zor mudur? Alt tarafı yoğurdu suyla karıştıracaksınız.
O gün bugündür dostlarımın orada verdiği randevular haricinde Zanzibara gitmek içimden gelmiyor.Halbuki servisi de yemekleri de iyidir.Ama gıcık oldum bir kere
Tarhana çorbası bizim gelenekselimiz değil midir? Niye Şıklıkla yan yana getirilmez?
Çünkü bizdendir değil mi?Mönüde minestrone çorbası ile yan yana durunca yeteri kadar havalı olmadığını mı düşünüyorsunuz?Yapmayın ne olur.
Dünyadaki ilk toz çorba Türkler tarafından bulunmuştur.Orta Asya’dan göç eden Türklerin yollarda kolayca yemek için icat ettikleri bir şeydir.
Niye yabancı misafirlerim Türk mutfağı yemek istiyoruz deyince onları götürecek yer bulmak için bu kadar zorlanıyorum.Niçin tüm yemekleri A dan Z ye Türk yemeği olan restoran sayısı,esnaf lokantaları hariç bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az şu koca İstanbul da?

Ben tam ülkemin çocuğuyum.Ama aynı zamanda dünya ile de uyum içindeyim.
Ülkemin dışında ne var yok bilirim.İşime geleni alır uygularım,gelmeyeni uygulamam.
Ama batıdan geliyorsa ne olursa olsun iyidir diye aptal bir hayranlığım yok.Kendi ülkemin değerlerinin de son derece farkındayım.
Suşi de yerim,bulgur pilavına da bayılırım.
Tercih ettiğim pizzalar var,ama lahmacunda hiç yabana atılacak bir lezzet değildir benim yemek kültürümde.
Değişik kültürleri tanımayı sevdiğim için hayatımın bir yerlerinde benim de yolum Hindistan’dan geçti.,Hint kültürünü ve budist felsefelerini severim ama Richard Gere gibi cebimde bir guruyla dönmedim ülkeme..Çünkü burnumun dibindeki Mevlana’dan ötürü zaten bildiğim şeylerdi tüm bunlar.
Şile bezi üretimi ölüyor.İtalyan kumaşı diye ölüp biten tekstilciler niye şile bezi gibi dünyanın en sağlıklı kumaşına sahip çıkıp bunu daha geniş bir üretime çevirmiyorsunuz?
Tülbentlik kumaşlar,muhteşem doğal ve güzel..Hadi modacı arkadaşlarım,tanıtın onu dünyaya.. Tülbent bezinden yapılmış koleksiyonlar hazırlayın,hayran bırakın Dünya’yı kendinize...Taklit takipçi olmayın,kendi ülkenizin çeyiz sandığını karıştırın.
Dolçe Gabana 90 lı yıllarda İstanbul’a yaptığı ziyaretin sonunda Kapalıçarşıda’ki köylü pazarından aldığı otantik kumaşları kullanarak o sene ki koleksiyonuyla dünyayı salladı.Pazenlerimize bakın. Bundan daha güzel kumaş var mı?Avrupalı Amerikalı modacılar bunları kullanmıyor,çünkü onların ülkelerinde yok bu kumaşlar.Ama keşfetmelerine az kaldı.
Bu kumaşların değerini ancak Donna Karan keşfedip yepyeni bir akımla ortaya çıkınca mı anlayacaksınız?Yok mu içinizde bir Donna Karan.. Trendleri başlatan ,kitleleri arkasından sürükleyecek bir genç yok mu aranızda.Biraz öz güven lütfen...
Bugün dünya markası olarak gördüğünüz her firma,küçük ölçekli bir işletme olarak hayata başlamıştı unutmayın. Size hemen buyur gel demeyecekler ama kapıdan kovsalar bacadan girecek kadar çalışkan ve girişimci olacaksınız.O firmalarda öyle yapmıştı merak etmeyin.
. Haydi gençler,ümidim sizde.
Ufuklarınızı genişletin,feth edin dünyayı.Ümitsizlik yok,hayat her şekilde mücadele.
Avrupa Birliğine öyle girilmez böyle girilir derim ben olsam.
Biz kendi kültürümüzü bu kadar yok sayarken,Avrupa’nın Amerika’nın bizi yok sayması çok doğal değil mi?Önce biz bize sahip çıkalım ki,sonra başka ülkelere kendimizi kabul ettirelim.

Sakın bana şimdi Osmanlının ihtişamından falan bahsetmeyin.
Yahudi züğürtleyince eski defterleri karıştırırmış,bizimki de o hesap..
Evet bir zamanlar Viyana kapılarındaydık,doğrudur.Şimdi neredeyiz buna bakmak lazım.
Dün dündü,bugün bugündür.
Eskiden ne muhteşemdik söylemleri yerine lütfen o zamanın güzelliklerini alalım,bugünün güzellikleriyle harmanlayalım ve yeni bir güzellik olarak ortaya çıkalım.
Bir şeyi kabul etmeliyiz arkadaşlar.Biz batılı değiliz.Ama biz doğulu da değiliz.Doğu ve batı kültürleri arasında yaşayan,kendine has kimliği olan bir milletiz.
Peki bu kötü bir şey mi?
Tabi ki değil.Bu karışım eğer doğru kullanmasını bilirsek,baharatlı egzotik bir tat verir bize ki,bu da ülkemizi yabancı dilde unique dedikleri,özgün yani tek yapar.
Globalleşen dünyada özgünlük artık yükselen bir değerdir.
Doğulular tembel ama insancıldırlar.
Batılılar çalışkan,dakik,sadık etik değerler konusunda ilkeli,ama duygu dünyalarını göstermekte daha az yetenekli insanlardır.
Peki biz niye her ikisinin de en kötü taraflarını almışız?Niye doğulular gibi tembel,aynı zamanda batılılar gibi de duyarsız gözükmeye çalışıyoruz?
Niye doğulular gibi sıcacık,ama batılılar gibi, çalışkan,sözüne sadık,dakik,dürüst olmak için çalışmıyoruz.?
Muhteşem bir tatta olmaz mıyız o zaman.?
Bu yazı Selin Melek Aktan'ın 5 ocak 2010 da Sozcumagazin.net de yayınlanan köşe yazısıdır.
http://www.sozcumagazin.net/haberdetay.asp?ID=4604