Nişantaşı günlüklerine devam ediyorum.
Nişantaşı’nda yaşamanın dayanılmaz ağırlığını değilde, hafifliğini
yaşayan en şanslı semt halkı kimdir dersiniz?
Tabi ki kapıcılar.
Tabi ki kapıcılar.
Gerçek
şu ki kaloriferlerin kömürle yakıldığı dönemde apartmanların alt
katlarına yerleşen kapıcılar
burada yaşam savaşı verirken bir yandan da, üremişler, akrabalarını memleketten getirmişler, komşu apartmanlara yerleştirmişler ve Nişantaşı cumhuriyeti içinde apayrı bir derebeylik inşa etmişlerdir.
burada yaşam savaşı verirken bir yandan da, üremişler, akrabalarını memleketten getirmişler, komşu apartmanlara yerleştirmişler ve Nişantaşı cumhuriyeti içinde apayrı bir derebeylik inşa etmişlerdir.
Doğal
gaz sistemine geçtikten sonra bir kısmı tazminatlarını alıp çıktıysa da
büyük bir çoğunluğu buradan ayrılmak istemeyip hayatlarını sürdürmeye
devam ettiler.
Şimdilerde
emlak sayfalarında Nişantaşı’nda temiz bahçe katı adıyla satışa
çıkarılan veya kiraya verilen yerlerin hepsi geçmişte kapıcıların
oturduğu yerlerdir.
Sonra
apartmanın müşterek mekânı olduğu için kat malikleri bunları, geleceği
göremeyerek yok pahasına müteahhitlere satmış, onlarda allayıp pullayıp
süsleyerek fahiş fiyatlarla piyasaya sürmüşlerdir.
Piyasaya sürülmeyenlerde ise kapıcılar cumhuriyeti kendi özekliklerini ilen ederek hayatlarına devam etmektedir.
Zaten
günün şartlarına uygun olarak her kapıcı birkaç apartmana bakmakta,
elektrik, şu parası, kira, yakıt, aidat gibi şeyler vermeyerek yaşayıp
gitmektedirler.
Yaz
aylarında Abdi İpekçi caddesinde yürümek çok keyiflidir. Gündüz bir
dolu fanfirifon hanımın yürüdüğü kaldırımlarda bir de bakarsınız ki,
kapıcılar çoluk çocuk kapı önlerine attıkları iskemlelerde çay keyfi
yapıyorlar.
Ben ise Nişantaşı’nın göbeğinde ama ciddi anlamda çılgın bir apartmanda yaşıyorum.
Niye
derseniz, apartmanın holünde azman bir köpek yaşıyor.’’Yok daha neler
‘’dediğinizi duyar gibiyim. Evet, cidden kapıdan girince sizi muhteşem
kulübesinin içinde doberman ile kurt kırması bir canavar karşılıyor.
Komşularımın köpeği. Onu yolda bulduklarında kolu kırılmış minnacık bir
şeydi. Bir gün bir seyahatten döndüğümde komşumuzun evlenmeden bir hafta
önce nişanlısından ayrıldığı için bunalım geçiren genç kızları beni
kapıda karşılayarak
‘’Bu köpeğe burada bakabilir miyim, ne olur Selin hanım? ‘’dedi.
Bu kadar büyüyeceğini tahmin edemeyen ben, işte o gün ağzımdan çıkan ‘’evet’’ sözüyle geri dönülmez bir yola girdim ve şu yaşadığım çılgın günlere davetiye çıkarmış oldum.
Şimdi halimiz sit kom gibi.
Bana gelen önce aşağıdan zili çalıyor, ben camdan dışarıya bakıp ‘’kim o ‘’diyorum.
Bu arada köpek ulumaya başlıyor.
Korkan misafir başını yukarıya kaldırıp dehşet içinde ‘’köpeği çekmeyecek misiniz?’’ diyor.
O
sırada alt kattaki komşum hayvanın havlamasını duyup ’’ kim oooo ‘’diye
apartman boşluğuna doğru bağırıyor. Ben sinirle kapıya hamle
yapıp’’bana geldiler, bu yine havlıyor,lütfen bakar mısınız’’diyorum..
İlk günlerde adını söylüyordum, ama son bir senedir o köpeğin adı bu.
Üff
yazarken bile yoruldum, sonunda eğer o gün keyfi yerindeyse komşum
aşağıya inip köpeği sakinleştirmeye çalışıyor. Keyfi yerinde değilse’’
bir şey yapmaz duvarın kenarından yürüyerek çıkın, köpek bağlı ‘’diye
aşağıya sesleniyor.
Sonra da ‘’bu köpeğe burada nasıl müsaade ediyorsunuz, çok ürkütücü bir köpek ‘’diye söylenerek yukarıya çıkan korkudan rengi uçmuş misafire,’’ne var korkacak, sadece bağırıyor ‘’diyerek hafiften çıkışıyor ve içeri giriyor.
Sonra ben bir beş dakika misafirimin şikâyetlerini dinliyorum. Sonra işimize dönüyoruz.
Makro,
Migros gibi marketlerde kasaya yaklaştığımda servis yaparak paketlerimi
taşıyacak çocuklar bana bakarak birbirlerini dürtüyorlar. O diyor ‘’ben
korkuyorum o köpekten sen git’!’,öbürü diyor ‘’beni askerde köpek
ısırmıştı, sen git.’’
Sonunda ihale birinin üzerine kalıyor ve ben önde onlar arkada ne olacak bu köpek işi böyle diye sohbet ede ede eve geliyoruz.
Herkes de hayvanın gezdirilmediği için öyle uluduğunu sanıyor. Hâlbuki Şanslı,(evet, köpeğin adı bu)
Her gün öğle yemeğini yemek için eve geliyor.
Sabah ve akşam, birer saat de parka oynamaya götürülüyor.
Şanslıyı artık sevdiğimden emin değilim.1 0 yıllık bu bağrışma döneminin sonunda aramızda bir nevi sevgi nefret ilişkisinin oluştuğunu söyleyebilirim.
Yukarıdaki
köpek heykelinin ismi,Moda ikonunun şanslı kuçusu..Moda ikonu ben
değilim,ama köpek bizim azman köpek..Tabi bizimki bu kadar şirin değil.
Kucağımdaki kedinin adı da,’’Kedi Mualla’’ Onun da hikayesi var ama neyse onu belki başka bir gün anlatırım.
Kapıcımız Erol, da senelerdir
bu semtte oturuyor..Çocukları burada doğdu,biri kocaman oldu,diğeri ise
5 yaşında.Erol her sene 1.5 ay köyüne gider.Çünkü orada kendine 3 katlı
yazlık bir ev yaptırdı.Her zam istediğinde muhakkak geçerli bir sebebi
vardır.
‘’Abla ev yaptırıyorum, para lazım..’’
‘’Abla araba alacağım para lazım.’’
‘’Abla arabamı yenileyeceğim para lazım.’’
Size geçen hafta bu semtte yaşayanların çoğunun arabası olmadığından, her yere yürüyerek gittiğinden bahsetmiştim değil mi?
Pardon unutmuşum, kapıcılar hariç.
Biz park yeri bulamadığımız için araba almaktan korkarız.
Ama tüm sokaklarındaki, tüm otoparkçılar kapıcıların arkadaşı olduğundan doğal olarak onlar için böyle bir sorun yoktur.
Cuma cumartesi öğleden sonra Erol’u yerinde bulmak çok zordur. Aradığımda hep aynı cevabı alırım.
‘’Abla ben evde yokum,akrabaların düğününe gittim..’’
Ramazansa taaa İstanbul’un öbür ucundan ses verir ve mutlaka akrabalarına iftara gitmiştir.
Hep birilerinin sünneti, cenazesi, düğünü, memleketlilerinin kına gecesi, mevlüdü falan vardır.
Erol bana göre Nişantaşı’nın en sosyal ya da en geniş çevresi olan insanıdır.
Aşağıdaki resim onun eşinin resmidir.
Aşağıdaki resim onun eşinin resmidir.
Hep yarını beklerim işi bitsin diye.
Nişantaş’ının eski apartmanlarının çoğunda asansör yoktur.
60 senelik bir binada oturduğum için bizimkinde de yok.
Eğer
uzak bir yoldan geldiysem en büyük sorun elimdeki bavullarla o
merdivenleri çıkmaktır. Yoldan Erol’u aradığım da ilk sorusu ‘’abla
bavullar ağır mı ?’’ olur.
Kapıcının,
eve temizliğe gelen hanımın, bakkalın velhasıl bu semtte çalışan
herkesin bel fıtığı vardır. Kimse ağır bir şey taşıyamaz, belleri
incinir.))
Benim
mi, e ben burada çalışmıyorum ki, oturuyorum. Dolayısı ile tabi benim
bel fıtığım falan yok. Ben prenses elbiselerimi çıkarıp işçi
elbiselerimi (!)giyiyor ve her şeyimi taşıyorum. Mecburen)))
Nişantaşı
hanedanlığının diğer sultanları da,su elektrik ,vs
tesisatçılarıdır..Yıllardır bu semtte çalışmanın verdiği bir rahatlıkla
herkesi tanırlar.Evinizin musluğu,çamaşır makinesi falan tamir ettirmeye
çalışırken istemeseniz bile, diğer semt sakinlerinin başından geçenler
konusunda güncellenirsiniz ‘’TV deki bilmem ne hanım var ya, geçen gün
onun evine gittim.
Kadıncağızı
kandırmışlar. Kabloyu yanlış geçirmişler. Az daha yanıyormuş. Beni
çağırdılar, hemen yaptım’’ İstisnasız hepsi bunları anlatırken işi
bırakır, 5-10 dakika kendi hikâyelerini anlatırlar.
Siz
içinizden’’ ya sabır’’ çekerek sözlerini kesmeden,ya da en fazla ‘’
aaa, inanmıyorum, ciddi misiniz, vah vah falan diyerek dinlemek
zorundasınızdır.. ‘’Ya hadi ustacım, işim var, ne olur çabuk yapıver
şunu ‘’ falan dediğiniz anda küserler, akan muslukla ortada
kalıverirsiniz. Sonra gelir iş pazarlık faslına..
Aman da aman ,’’bir servis ücreti 50 liramı, ne yapıyorsun sen ustacığım’’ falan demeyin, cevap hazırdır.
‘’Yazlık
almıştır, yeniden evleniyordur. Hafta sonu Şile’ye denize gidecektir.
Zaten yıllardır çalışıyordur. Şimdiki yeni, ustalarda hiç iş yoktur.
Allahtan senelerdir o bu apartmanın
Girdisini çıktısını biliyordur da, nerede sorun var hemen bulmuştur.2 tane cıva sıktıysa ne olur, ya sıkmasaymış da..
Vallahi bir Cavit ustamız var, kaçıncı karısıyla evlendiğini artık ben bile unuttum.
Ha
bir de elektrikçi Recep Ustanın ayakkabı koleksiyonuna bayılıyorum.
Semtin en havalı ayakkabıcısı Vetrina’nın tüm koleksiyonunu, vitrinlerde
kaçırdıysam bile sağ olsun Recep Ustanın ayağında görerek bilgimi ve
görgümü arttırıyorum.
Nişantaşı günlüklerimiz devam edecek.
(Bu yazı 25 mart 2010 da Sözcümagazin de yayınlanmıştır.)
1 yorum:
ne de güzel anlatmışsın Nişantaşını,,,
kalemine yüreğine sağlık,,,
Yorum Gönder