31 Ocak 2012 Salı

NİŞANTAŞI GÜNLÜKLERİ (2)




Nişantaşı günlüklerine devam ediyorum.
Nişantaşı’nda yaşamanın dayanılmaz ağırlığını değilde, hafifliğini yaşayan en şanslı semt halkı kimdir dersiniz? 
Tabi ki kapıcılar.
  
Gerçek şu ki kaloriferlerin kömürle yakıldığı dönemde apartmanların alt katlarına yerleşen kapıcılar 
burada yaşam savaşı verirken bir yandan da, üremişler, akrabalarını memleketten getirmişler, komşu apartmanlara yerleştirmişler ve Nişantaşı cumhuriyeti içinde apayrı bir derebeylik inşa etmişlerdir.
Doğal gaz sistemine geçtikten sonra bir kısmı tazminatlarını alıp çıktıysa da büyük bir çoğunluğu buradan ayrılmak istemeyip hayatlarını sürdürmeye devam ettiler.
Şimdilerde emlak sayfalarında Nişantaşı’nda temiz bahçe katı adıyla satışa çıkarılan veya kiraya verilen yerlerin hepsi geçmişte kapıcıların oturduğu yerlerdir.
Sonra apartmanın müşterek mekânı olduğu için kat malikleri bunları, geleceği göremeyerek yok pahasına müteahhitlere satmış, onlarda allayıp pullayıp süsleyerek fahiş fiyatlarla piyasaya sürmüşlerdir.
Piyasaya sürülmeyenlerde ise kapıcılar cumhuriyeti kendi özekliklerini ilen ederek hayatlarına devam etmektedir.
Zaten günün şartlarına uygun olarak her kapıcı birkaç apartmana bakmakta, elektrik, şu parası, kira, yakıt, aidat gibi şeyler vermeyerek yaşayıp gitmektedirler.
Yaz aylarında Abdi İpekçi caddesinde yürümek çok keyiflidir. Gündüz bir dolu fanfirifon hanımın yürüdüğü kaldırımlarda bir de bakarsınız ki, kapıcılar çoluk çocuk kapı önlerine attıkları iskemlelerde çay keyfi yapıyorlar.
Ben ise Nişantaşı’nın göbeğinde ama ciddi anlamda çılgın bir apartmanda yaşıyorum.
Niye derseniz, apartmanın holünde azman bir köpek yaşıyor.’’Yok daha neler ‘’dediğinizi duyar gibiyim. Evet, cidden kapıdan girince sizi muhteşem kulübesinin içinde doberman ile kurt kırması bir canavar karşılıyor. Komşularımın köpeği. Onu yolda bulduklarında kolu kırılmış minnacık bir şeydi. Bir gün bir seyahatten döndüğümde komşumuzun evlenmeden bir hafta önce nişanlısından ayrıldığı için bunalım geçiren genç kızları beni kapıda karşılayarak
‘’Bu köpeğe burada bakabilir miyim, ne olur Selin hanım? ‘’dedi.
Bu kadar büyüyeceğini tahmin edemeyen ben, işte  o gün ağzımdan çıkan ‘’evet’’ sözüyle geri dönülmez bir yola girdim ve şu yaşadığım çılgın günlere  davetiye çıkarmış oldum.
Şimdi halimiz sit kom gibi.
Bana gelen önce aşağıdan zili çalıyor, ben camdan dışarıya bakıp ‘’kim o ‘’diyorum.
Bu arada köpek ulumaya başlıyor.
Korkan misafir başını yukarıya kaldırıp dehşet içinde  ‘’köpeği çekmeyecek misiniz?’’ diyor.
O sırada alt kattaki komşum hayvanın havlamasını duyup ’’ kim oooo ‘’diye apartman boşluğuna doğru bağırıyor. Ben sinirle kapıya hamle yapıp’’bana geldiler, bu yine havlıyor,lütfen bakar mısınız’’diyorum..
İlk günlerde adını söylüyordum, ama son bir senedir o köpeğin adı bu.
Üff yazarken bile yoruldum, sonunda eğer o gün keyfi yerindeyse komşum aşağıya inip köpeği sakinleştirmeye çalışıyor. Keyfi yerinde değilse’’ bir şey yapmaz duvarın kenarından yürüyerek çıkın, köpek bağlı ‘’diye aşağıya sesleniyor.
Sonra da ‘’bu köpeğe burada nasıl müsaade ediyorsunuz, çok ürkütücü bir köpek ‘’diye söylenerek yukarıya çıkan  korkudan rengi uçmuş misafire,’’ne var korkacak, sadece bağırıyor ‘’diyerek hafiften çıkışıyor ve içeri giriyor.
Sonra ben bir beş dakika misafirimin şikâyetlerini dinliyorum. Sonra işimize dönüyoruz.
Makro, Migros gibi marketlerde kasaya yaklaştığımda servis yaparak paketlerimi taşıyacak çocuklar bana bakarak birbirlerini dürtüyorlar. O diyor ‘’ben korkuyorum o köpekten sen git’!’,öbürü diyor ‘’beni askerde köpek ısırmıştı, sen git.’’
Sonunda ihale birinin üzerine kalıyor ve ben önde onlar arkada ne olacak bu köpek işi böyle diye sohbet ede ede eve geliyoruz.
Herkes de hayvanın gezdirilmediği için öyle uluduğunu sanıyor. Hâlbuki Şanslı,(evet, köpeğin adı bu)
Her gün öğle yemeğini yemek için eve geliyor.
Sabah ve akşam, birer saat de parka oynamaya götürülüyor.

Şanslıyı artık sevdiğimden emin değilim.1          0 yıllık bu bağrışma döneminin sonunda aramızda bir nevi sevgi nefret ilişkisinin oluştuğunu söyleyebilirim.
Yukarıdaki köpek heykelinin ismi,Moda ikonunun şanslı kuçusu..Moda ikonu ben değilim,ama köpek bizim azman köpek..Tabi bizimki bu kadar şirin değil.
Kucağımdaki kedinin adı da,’’Kedi Mualla’’ Onun da hikayesi var ama neyse onu belki başka bir gün anlatırım.
Kapıcımız Erol,  da  senelerdir bu semtte oturuyor..Çocukları burada doğdu,biri kocaman oldu,diğeri ise 5 yaşında.Erol her sene 1.5 ay köyüne gider.Çünkü orada kendine 3 katlı yazlık bir ev yaptırdı.Her zam istediğinde muhakkak geçerli bir sebebi vardır.
‘’Abla ev yaptırıyorum, para lazım..’’
‘’Abla araba alacağım para lazım.’’
‘’Abla arabamı yenileyeceğim para lazım.’’
Size geçen hafta bu semtte yaşayanların çoğunun arabası olmadığından, her yere yürüyerek gittiğinden bahsetmiştim değil mi?
Pardon unutmuşum, kapıcılar hariç.
Biz park yeri bulamadığımız için araba almaktan korkarız.
Ama tüm sokaklarındaki, tüm otoparkçılar kapıcıların arkadaşı olduğundan doğal olarak onlar için böyle bir sorun yoktur.
Cuma cumartesi öğleden sonra Erol’u yerinde bulmak çok zordur. Aradığımda hep aynı cevabı alırım.
‘’Abla ben evde yokum,akrabaların düğününe gittim..’’
Ramazansa taaa İstanbul’un öbür ucundan ses verir ve mutlaka akrabalarına iftara gitmiştir.
Hep birilerinin sünneti, cenazesi, düğünü, memleketlilerinin kına gecesi, mevlüdü falan vardır.
Erol bana göre Nişantaşı’nın en sosyal ya da en geniş çevresi olan insanıdır. 
Aşağıdaki resim onun eşinin resmidir.
 

Hep yarını beklerim işi bitsin diye.
Nişantaş’ının eski apartmanlarının çoğunda asansör yoktur.
60 senelik bir binada oturduğum için bizimkinde de yok.
Eğer uzak bir yoldan geldiysem en büyük sorun elimdeki bavullarla o merdivenleri çıkmaktır. Yoldan Erol’u aradığım da ilk sorusu ‘’abla bavullar ağır mı ?’’ olur.
Kapıcının, eve temizliğe gelen hanımın, bakkalın velhasıl bu semtte çalışan herkesin bel fıtığı vardır. Kimse ağır bir şey taşıyamaz, belleri incinir.))
Benim mi, e ben burada çalışmıyorum ki, oturuyorum. Dolayısı ile tabi benim bel fıtığım falan yok. Ben prenses elbiselerimi çıkarıp işçi elbiselerimi (!)giyiyor ve her şeyimi taşıyorum. Mecburen)))
Nişantaşı hanedanlığının diğer sultanları da,su elektrik ,vs tesisatçılarıdır..Yıllardır bu semtte çalışmanın verdiği bir rahatlıkla herkesi tanırlar.Evinizin musluğu,çamaşır makinesi falan tamir ettirmeye çalışırken istemeseniz bile, diğer semt sakinlerinin başından geçenler konusunda güncellenirsiniz ‘’TV deki bilmem ne hanım var ya, geçen gün onun evine gittim.
Kadıncağızı kandırmışlar. Kabloyu yanlış geçirmişler. Az daha yanıyormuş. Beni çağırdılar, hemen yaptım’’ İstisnasız hepsi bunları anlatırken işi bırakır, 5-10 dakika kendi hikâyelerini anlatırlar.
Siz içinizden’’ ya sabır’’ çekerek sözlerini kesmeden,ya da en fazla ‘’ aaa, inanmıyorum, ciddi misiniz, vah vah falan diyerek dinlemek zorundasınızdır.. ‘’Ya hadi ustacım, işim var, ne olur çabuk yapıver şunu ‘’ falan dediğiniz anda küserler, akan muslukla ortada kalıverirsiniz. Sonra gelir iş pazarlık faslına..
Aman da aman ,’’bir servis ücreti 50 liramı, ne yapıyorsun sen ustacığım’’ falan demeyin, cevap hazırdır.
‘’Yazlık almıştır, yeniden evleniyordur. Hafta sonu Şile’ye denize gidecektir. Zaten yıllardır çalışıyordur. Şimdiki yeni, ustalarda hiç iş yoktur. Allahtan senelerdir o bu apartmanın 
Girdisini çıktısını biliyordur da, nerede sorun var hemen bulmuştur.2 tane cıva sıktıysa ne olur, ya sıkmasaymış da..
Vallahi bir Cavit ustamız var, kaçıncı karısıyla evlendiğini artık ben bile unuttum.
Ha bir de elektrikçi Recep Ustanın ayakkabı koleksiyonuna bayılıyorum. Semtin en havalı ayakkabıcısı Vetrina’nın tüm koleksiyonunu, vitrinlerde kaçırdıysam bile sağ olsun Recep Ustanın ayağında görerek bilgimi ve görgümü arttırıyorum.
Nişantaşı günlüklerimiz devam edecek.
  (Bu yazı 25 mart 2010 da Sözcümagazin de yayınlanmıştır.)
 

1 yorum:

gülergül dedi ki...

ne de güzel anlatmışsın Nişantaşını,,,
kalemine yüreğine sağlık,,,