31 Ocak 2012 Salı

NİŞANTAŞI GÜNLÜKLERİ (1)Nişantaşı’nda oturmanın dayanılmaz ağırlığı


1987 yılında Nişantaşı’nda Abdi İpekçi caddesinde oturduğumuz evin  karşısında bir garaj,yanında dakırık dökük sandıkların içinde buruşuk elmalar satan bir  manav dükkanı vardı.Şimdi ki  Prada mağazasının yerinde de Kızılay’a ait eski, yüzlü bir bina.
Sonra ne olduysa oldu,önce manavın yerine el kondu.
Bir müddet sonra da   yolun karşı kıyısındaki mahalle berberimiz yok oldu. 
Restoranlar,butikler derken Rumeli caddesinin gözden düşmesiyle  sonuçta  parlayan yıldızıyla  bir başka yer  oldu Nişantaşı.
Üstüne üstlük yıllarca  Avrupa yakası gibi bir dizi gündemimize oturunca Nişantaş’ında oturan insanlar da farklı bir kategoride değerlendirilmeye başladılar.
Eğer hep bu semtte yaşıyorsanız farkında bile olmazsınız bunun.
Çünkü asla şık ve lüks bir semtte oturduğunuzu düşünmezsiniz.
Orası bildik bileli yollarını arşınladığınız bir mahalledir sizin için.
Sonra semtin dışına çıkıp,hele bir de uzak semtlerde oturan birileri ile bir vesileyle iş yapmaya başladığınızda birden farklı görüldüğünüzü hisseder  ve şaşırıp kalırsınız. 
Mesela ekonomik krizden falan bahsedip pazarlık etmeye başladığınızda   eğer o inanılmaz soruyla karşılaştırsanız yandınız demektir.
’Semt neresi abla’’diyebaşlayan alalede bir soruya doğrucu Davutluk edip  ‘’Nişantaşı’’ demeyin de ne derseniz deyin.
Eğer ağzınızdan kaçırıp söylediyseniz,o  andan  itibaren kayıp noktasına doğru yön değiştirdiğinizi de bilmelisiniz.
Siz artık yaftalanmış,etiketlenmiş,cebinde parası olan dolayısıyla da o satıcının gözünde  her şekilde kazıklanmayı hak etmiş bir insansınızdır.
Ya söylenen fiyata razı olun,ya da çıkıp gidin oradan.
Bir kuruş bile pazarlık hakkınız kalmamıştır.Çünkü siz Nişantaşı’nda oturuyorsunuz.
Bu arada sakın kendi semtinizde farklı bir muamele göreceğiniz gibi bir yanılgıya  düşmemelisiniz...
Burada da Zeytinburnu’ndan gelen tezgahtar size haddinizi bildirmek için  hazır ve nazırdır(çünkü o butikte çalıştığına göre devreye kontenjandan girmiş bir Nişantaşılıdır) 
’’ama bu fiyat bunun için biraz fazla’’ dediğiniz anda, gözleriyle sizi baştan  aşağı süzer ve burnunu havaya kaldırarak
 ‘’Burası Nişantaşı hamfendi,siz gidin o zaman daha ucuz yerden alın,ona göre kalite ‘’der ve arkasını döner.
 O kalite dediği malı geçen sene Floransa’daki açık  pazarda 20 Euro ya  gördüğünüzü,şimdi bu allı pullu dükkanda daha prezantabl sunuluyor diye kalitesinde bir değişiklik olmayacağını söylemek istersiniz .
Ama  daha fazla nefrete maruz kalmayı kaldıramayacağınızı hissedince,
çakma Nişantaşı'lının(!) karşısında,orada bulunmayı hak etmemiş dış kapının dış mandalı  olarak  görülen mütevazi ve terbiyeli  bir Nişantaşı'lı  olarak size yapılan bu aşağılanmayı sindirmeye çalışarak dışarı çıkarsınız.
En iyisi ben biraz Nişantaşı’nın yerli halkı hakkında  bilinmeyenleri anlatayım da uzaylı yaratıklar muamelesi görmekten kurtulsunlar zavallılar.
Nişantaşında oturanlar nasıl insanlardır?
Nişantaşında oturan kişilerin çoğunun öyle lüks arabaları cipleri ,Porsche leri falan yoktur.Çünkü hem bu semtte oturup jeep kullanmanın görgüsüzlük olduğunu düşünürler.Hem de her yere yürüyerek gittikleri ve semtte de ciddi bir park yeri sorunu olduğu için araba almayı gereksiz bulurlar.
Paralarının hesabını gayet iyi bilirler ve onların pahalı ucuz kavramları daha çok bu semtteki yerlerle sınırlıdır.
Yani Nişantaşı hudutları içinde yemek,kahve,çay,nerede ucuz nerede pahalı gayet iyi bilirler.Kendi  kriterlerini dikkate alarak devamlı takıldıkları yerler vardır ve bunlar genelde Nişantaşına dışarıdan gezmeye ve alışverişe gelmiş insanlarla aynı değildir.
Çoğu Nişantaşılı birisi tarafından davet edilmediği, mecbur kalmadığı sürece hani şu eskiden Gülse Birsel'in Avrupa yakası dizisinde  adeta bir semt klasiği olarak gösterilen Beymen Brasseri ‘de oturup yemek yemez.Hatta sağından solundan arabalar geçerken ,toz toprak yemeğinin üzerine yağıp kornalar zırıl zırıl çalarken insanların ne akla hizmet o masalarda zevkle yemek yediklerine şaşırıp kalırlar.
Ha görmek ve görülmek,paparazzilere yakalanmak için mi diyeceksiniz?
Nişantaşı ahalisi zaten her gün her dakika birbirlerini gördüklerinden böyle bir kaygıları yoktur.Hatta görülmemeyi tercih ederler.
Paparazzileri ve  onlara yakalananları gördüklerinde  
‘İnsanlar  ellerinde alışveriş paketleri ile görülmeye, bu kadar hevesliyseler hadi heveslerini alsınlar bakalım da,niye burada ve bu semtte diye düşünür  
istemedikleri bir tiyatro sahnesiyle karşılaşmış gibi hızlıca yürüyüp giderler.
Çünkü sokaklarda gördüğünüz o kokoş kadınlar Nişantaşı'lı olmayıp,oraya başka semtlerden alışverişe veya arkadaşlarıyla görüşmeye,görülmeye gelmiş kişilerdir.
Hiçbir Nişantaşı'lı kadın çok özel bir neden  olmadıkça dükkan dükkan gezip giyim alışverişine falan  çıkmaz.
Onlar modayı ve değişen vitrinleri zaten günlük yaşam koşuşturmaları içinde dükkanların önünden geçerken görür,ancak gözlerine ilişen bir şey olursa içeriye girer bakarlar.
Nişantaş’ında her on metrekareye bir kuaför salonu düşmektedir ki,bunların nasıl iş yaptığına en çok da semt ahalisi şaşar kalır.
Çoğu semt sakini manikür pedikür haricinde, her dakika fön çektirmek için kuaföre gitmeyi ve uzun uzun o koltuklarda oturmayı   saçma bulur.
Hanımlar genelde seçkin saç bakım ürünlerini kullanır ama bunu süsten ziyade bir sağlıklı yaşam programı içinde görürler.
Bu yüzden sokak aralarında yürürken kuaför dükkanlarının  içine baktığınızda elemanların  ya elindeki telefonda oyun oynadığını,ya da her birinin bir koltukta gazete okuduğunu görürsünüz.
Her nasılsa burada işe başlayan her kuför dükkanı bir süre sonra sanki doğurur. Bir dükkanda yetişen,eli biraz eli fön tutmayı öğrenen çıraklar hemen kendilerinin de tez zamanda patron olmaları gerektiğine karar verirler ve üçü beşi bir araya gelip 4 metre ilerde yeni bir kuaför dükkanı açarlar.
Bu yüzden eski semt sakinleri hangi kuaför dükkanına giderlerse gitsinler,orada muhakkak onları  çok eskilerden tanıyan en ez bir elemanla karşılaşırlar.


Semtin bekarlarının evinde pek fazla yemek pişmez.
Bu yüzden yolda birbirini gören yakın arkadaşların ,’’aç mısın?’’ sorusunun ardından  en yakın kafeye oturup birer bardak bir şey içmeleri veya bir salata yemeleri alışılagelmiş şeylerdendir.
Bu yüzden bekar kesim genelde  anne yemeğine hasret yaşamaktadır.,
Bir ahbaplarının evine davet edildiklerinde menüde dolma ,karnıyarık gibi yemekleri görünce muhteşem bir ziyafete konmuş modunda yaşayan kesime   örnek  teşkil ederler.
Genelde Nişantaşı’nda sosyal hayat yolda,markette,kitapçıda,dükkanda karşılaşmalarla sürer gider ve bu yüzden kimse kimsenin evine oturmaya gitmez.
Akıp giden hayatın ve günlük koşuşturmaların arasına sıkışmış bu ayak üstü sohbetlerle herkes diğerinin hayatındaki değişiklikleri öğrenir.
Çünkü o on dakikada karşılıklı hayat özetleri verilir, bu yüzden bu semtte  dostluklar hiç bitmeden yıllarca sürer.
Zaten semt sakinlerinin  takıldığı yerler bellidir ve herkes birbiri ile göz aşinasıdır.
Aşk kafe eski yeni herkes için gözdedir.
Semtin butik kitapçısı Reasürans pasajının altındaki Patika kitap evidir.
Sahibi Müslüm gelen herkesi tanır,tanımadıkları ile de tanışır ve size kendinizi özel hisettirir.Oradan alış veriş ederken, DR da kasanın arkasında duran  kızın algıladığı gibi  herhangi biri   olmadığınızı bilirsiniz.
Yıllarca o semtte oturan bir Nişantaşlı olmanın en çok tadını çıkaracağınız yer o kitapçıdır.İstediğiniz gibi oturur,kitap karıştırır,işiniz uzunsa çayınızı içer,kasada da kötü muamele görmeyeceğinizi, bile bile kredi kartınıza kaç taksit yapılacağını sorabilirsiniz.
Nişantaşı sakinleri genellikle cumartesi geceleri ev davetleri harici sokaklara çıkmayı sevmez, sinemayı tercih ederler.
Eskiden Milli  Reasürans Pasajının altındaki sinemaya giden sinemaseverler  City's açıldığından beri oradaki sinemalara  kaymıştır.
(Selin Melek Aktan'ın bu yazısı Nisan 2010 da bir dizi halinde  Sözcümagazin de yayınlanmıştır)

Hiç yorum yok: