24 Aralık 2011 Cumartesi

DOĞANIN GÜLÜMSEDİĞİ YER MALDİVLER

http://www.akdenizhaberci.com/yazi-1408-doganin-gulumsedigi-yer-maldivler.html

         İşten, güçten, toplantılardan, karanlık havalardan sıkılıp ,kendinizi herşeyden bıkkın hissettiğinizde bence yapılacak en güzel şey,farklı bir iklime ve ortama uçuvermek.
          İtiraf ediyorum ben hayatım boyunca tüm zor zamanlarımı böyle atlattım. Farklı nedenlerle moral olarak dibe vurmaların  üstesinden hep biryerlere kaçarak,tanımadığım bir ülkede tanımadığım insanların  arasına karışarak  geldim. Bu sayede de pek çok farklı ülke görmüş oldum.
           Geçenlerde  stres katsayım  tehlike sinyalleri vermeye başlayınca bir cuma günü  akşam üzeri  kendimi seyahat acentasının önünde buldum.Paydos saatine onbeş dakika kalmış,herkes hafta sonu mooduna geçmişken,içeriye dalıp  ’’beni en kısa zamanda deniz,güneş kum olan nereye uçuracaksınız?’’diyerek oradakileri girdikleri rehavetten çıkarıverdim.
-Bankong?Iııh,ya Japonya’daki  nükleer  tehlike oraya gelirse?
Rüzgar o tarafa doğru esmiyormuş ama olsun ya yön değiştirirse?
-Fildişi Sahilleri?Yok istemem,orası çok kalabalıktır şimdi))
-Maldiveler?Oraya 1988 yılında gitmiştim.Çok değişmişmidir acaba?
-Ama biz sizi küçücük bir adaya yollayacağız.Bakın burada kalacaksınız.
Hımm,denizin üzerinde tahta sütunlarla ayakta duran ahşap kulübeler.
Evet eskiden bunlar yoktu.Anlaşılan adalar turistler tarafından istila edilip  yer azaldıkça,alanı genişletmek için çareyi denizin üzerine evler yapmakta bulmuşlar.
-Ya yağmurluysa ?Hayır ,şu ara yağmur yok.
Sonunda beni   Maldivlere uçma konusunda  ikna ediyorlar.
Ertesi gün koltuğumun altında  kitaplarım,çantamda bikinilerim,ve kucağımda her ihtimale karşılık   yinede yanımdan ayıramadığım laptopumla   Emirates’in uçağında yerimi aldım.
Emirates havayollarının en sevdiğim tarafı, kulaklık çantasının içinden çıkan stickerlar.
’’Uyuyorum rahatsız etmeyin’’  ‘’Yemek servisinde uyandırın’’  ‘’ Dutty free  satışında uyandırın’’
Benimki yemek servisi sırasında uyandırın stickerı..
Onu koltuğumun arkasına yapıştırıyorum.
Uçağa bindiği andan itibaren  aç kalacağı  korkusuyla,en berbat yemekleri bile silip süpürme alışkanlığında  olan ben;  artık yemek sırasında beni pass geçecekleri endişesi taşımadan  rahat rahat uyuyabilirim))
4 saat sonra Dubaideyim..
Koltuğumda virgül şeklini almam uzun sürmüyor.
Dubai havaalanını severim.Genelde uzakdoğu uçuşlarının çoğunda orada  aktarma yaptığım için aşina olduğum bir havaalanı.
Biraz alışveriş yaparım diye ummuştum ama 2 saat bağlantı süresinde ancak bir uçaktan diğerine yürüyebildim.
Bence böylesi daha iyi oldu. Alışveriş edip edip sonrada,evim fazlalıklardan yıkıldığı için ‘’ne gerek vardı şimdi  birde bunlara’’ diye hayıflanmak  tam bana göre bir durum çünkü.
.
İstanbul Dubai arası, uçağımızın yarıyarıya boş olması bana rahat bir yolculuk imkanı vermişti.
Maldive uçağının ise tam tersi  tıklım tıklım olduğunu görüyorum.
İstanbuldan havalanından itibaren, toplam 12 saatlik bir uçuştan sonra, nihayet adaya iniyoruz.
Maldiveler mercan atollerinin üzerine kurulmuş yüzlerce adadan oluşuyor.Nitekim uçağımızın indiği Male havalanı da böyle bir adanın üzerinde.
Ben dünyanın bana göre doğusunu,Avrupa’dan daha çok  seviyorum.
İnsanların renkleri,yemeklerin kokusu daha farklı ve sürprizli oralarda.
En üzüldüğüm şey globalleşmeyle birlikte dünyanın renklerinin gitgide azalması ve aynılaşması..
Jamaicaya gidip Hint malı görmeyi,Karaiblerde bir dükkana girip Çin  tapınaklarının bibloları  ile karşılaşmak pek hoşuma gitmiyor doğrusu.
Herşey iyice birbirine benzemeden tüm o değişik tad ve kokuları yerinde tatmam gerekiyor diye düşünüyorum.
Havaalanının çıkışında bizi küçük bir tekne bekliyor.
Buz mavisi  çırpıntılı bir denizin üzerinde gümüşi pırıltılar dansederken , masmavi gökyüzüne bakıyor ve kendi kaçışımı kutluyorum.
Yanımızda yüzen oyuncu yunus yavrularını seyrede seyrede minik adamıza  geliyoruz.
Geçen defa olduğu gibi bu defa da Fransız tatil köyü Club Med’in adasında kalıyorum.
Ama onlar benim ilk Maldive seferimden bu yana üç ada değiştirmişler.Benim o zamanlar gördüğüm Faru ilk adalarıymış.
Adadaki tek türk misafir benim.
Buna sevinmem mi gerek bilemiyorum.
Kendi ülkemin vatandaşlarından sıkılmıyorum tabi ki.
(Tamam peki, bu defa ortamımı tamamen değiştirmek istediğim için  tatil köyündeki tek türk  oluşuma   biraz sevindiğimi itiraf ediyorum.) Bir hafta boyunca tek kelime türkçe duymadan yaşayıp bir nevi ıssız adada gibi olacağım diye düşünürken,tatil köyünün şefi,’’Merhaba,hoşgeldiniz’’deyiveriyor.
Amerika’lı şef,6 ay kadar Palmiye Club Med’de çalıştığını,bu yüzden 3-5 kelime türkçe bildiğini  söyleyerek  şaşkınlığımı geçiriyor.
Diğer personel daha çok farklı ülkerlerden gelmiş uzak doğululardan oluşuyor.
Şanslıyım,palmiyelerin altında püfür püfür tatlı bir meltemin estiği ,cildinize vuran güneş ışınlarının sizi bunaltmadığı süper bir hava ile karşılaşıyorum.
Maldiveler müslüman bir ülke.
Tek geçim kaynakları turizm ve  balıkçılık..Halkı esmer ufak tefek son derece sevimli  ve misafirperver insanlar.
Bu arada hepsi istisnasız bana ‘’kocan nerde ?’’diye sordular.
Bazen insan yalnız kalmaya da ihtiyaç duyar diyemedim.
Müslüman bir kadının  yapayalnız adaya düşmesi pek alışılagelmiş bir şey değil anlaşılan))
Yemekleri doğal olarak çoğunlukla  deniz mahsülleri ağırlıklı.
Ananas ve mango ise meyvelerinin  vazgeçilmezleri.
Buraya gelenler için en büyük sportif aktivite önce dalmak,sonra da yelken yapmak..
Yıllar önce bende dalma dersleri almıştım.Yaşım ilerledikçe canım çok kıymetli oldu galiba))
Artık sadece  snorkelle dalmayı tercih ediyorum.
Maldivelerde denizin içindeki rengarenk balıkları izlemek büyük bir keyif..İnsan kendisini kocaman bir akvaryumun içinde  yüzer gibi hissediyor.Onlarla bir arada yüzerken kendiminde bir  zamanlar bir balık olduğumu düşünmeye bayılıyorum .

Ben bir ara kendimi kıyıya vuran mercan parçalarını toplamaya veriyorum.

Malum serde sanatçılık var.
Cam kırığından mercan parçasına,çakıl taşına  kadar herşey, bizim için eserlerimizde kullanacağımız bir malzeme olabilir.Ne kadar sıradışı,o kadar iyi.

Bu arada eski bir anıma değinmeden geçemeyeceğim.
Ne alaka diyeceksiniz ama yıllar önce sevgili arkadaşım heykeltraş Maria Kılıçlıoğlu Baraz ile Nişantaşında yürüyoruz.Tam Stefanel’in olduğu köşe başına gelince içi patlamış havalı cam parçaları ile dolu kutular gördük.İkimizinde aynı anda yolda pırlanta bulmuş gibi nasıl büyük bir heyecanla o kutuların başına çöktüğünü unutamıyorum.En büyük korkumuz birilerinin bizden önce o kutulara ve içindeki top top kırılmış cam parçacıklarına el koyması. Kesinlikle onları oradan kaldırıp götürmemiz lazım.Allahtan atölyem 200 metre ilerde..Köşedeki simitçinin hayret dolu bakışları içinde kapıcıya telefon ediyor ve adeta uçarak  gelmesini istiyoruz. Biliyorum,yoldan geçenler için,Nişantaşı’nın  orta yerinde biri sarışın biri esmer süslü püslü iki hanımın yerlere eğilmiş  kutu karıştırmaları pek alışılagelmiş bir manzara değil. Ama biz iki sanatçı,o gün heykellerimizde kullanabileceğimiz harika malzemeler bulmanın heyecanıyla çocuklar gibi şendik.
Bembeyaz kumsallarda,  irili ufaklı mercan parçalarını toplarken de  o günü hatırlıyor ve mercanlarla  yapacağım heykel veya resimlerin hayaliyle gülümsüyorum.
Kaldığım yer minicik bir ada zaten, etrafını dönmek ancak 15 dakika falan sürüyor.
Deniz  o kadar sığki,bazen denizin içinde yürüyorum. Bazen de bir adadan diğerine yüzerek gidiyorum.
Sakin bir adada ,kendimle baş başa kalarak dağılan  parçalarımı toplamak beni inanılmaz mutlu kılıyor.
Mavi turkuaz bir deniz, rengarenk balıklar,incecik bir kum,harika yemekler, palmiye altı güneşlenmeler ile geçen bir tatil hayal ediyor ve doğa ile bütünleşmek istiyorsanız,işte orada  Maldive adaları kollarını açmış  sizi bekliyor. Farklı döneceğinize eminim.
Herkese güneşli güzel,hepimize neşe getiren  bir mayıs ayı  diliyorum.

 Selin Melek Aktan'ın  bu yazısı  27 mayıs 2011 de Akdeniz Habercide yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: