Nedense
insanların söylediklerinin altında başka manalar aramak hiç aklıma
gelmez.Hatta birkaç kere bu yüzden duvara tosladıktan sonra, bu huyumdan
vaz geçebilmek için psikodrama seanslarına bile gittim.
|
|
‘’Psikodrama
nedir ?’’diye soranlar için kısa bir açıklama getireyim;
Psikodrama seanslarında 8 kişi haftada bir gün bir psikolog
başkanlığında, oturuyor ve o hafta sizi etkileyen olayları tartışıyorsunuz.
Bu bir korku olabilir,benim yaşadığım gibi kolay kandırılabildiği için
kendine dönen bir kızgınlık veya tam tersi insanlara hiç güvenememek,ya da
farklı nedenlerle oluşmuş bir öfke olabilir.
Danışmanınız, size gruba katılanlarla birlikte o olayı teatral olarak
tekrar yaşatıyor ve siz de sonunda yaşadıklarınızın kökenine inmeye
başlıyorsunuz.
Ben yıllar önce değerli psikolog arkadaşım Bilun Armağan, Nişantaşında
Nar Yaşam Merkezini ilk açtığında, biraz ona destek olmak amacıyla,birazda
merakımdan bu seanslara katılmaya karar vermiştim.
Daha sonra tiryakisi oldum ve hayatımın 5 yılında değişik gruplarla bu
tip çalışmalara devam ettim . Kuşkusuz psikodramalar sayesinde kendimle
ilgili pek çok gerçeğin farkına vardım ve zamanla takıldığım konuları daha
çabuk çözmeye başladım.
Neyse sözü uzatmayayım.
Benim sorunum insanlara güvenmemek değil,aksine çok güvenmekti.
Kazık yediğim zaman da öyle büyük bir şaşkınlığa kapılıyordum ki,ilk
tepkim ‘’yok hayır bu benim başıma gelmiş olamaz,herhalde yanılıyorum
‘’diye inanamamak oluyordu..
Sonra da ''nasıl bu kadar aptal olabiliyorum'' diye kendi kendime
müthiş kızıyordum.
Kaybımdan çok aptal yerine konmuş olmak feci şekilde canımı acıtıyordu.
Bu huyumun ailemde kimden bana geçmiş
olabileceğini araştırırken gördük ki her zamanki gibi armut ağacının dibine
düşmüştü ve ben bu konuda aynı anne ve babama benziyordum..
(Bu arada hatırlatayım,hayatınızdaki pek çok alışkanlık veya duygunun
temeli çekirdek ailenize yani anne baba ve kardeşlerinize dayanıyor.)
Neyseki sonunda beni, her ikisi de son derece dürüst ve diğer
insanlarında öyle olduğunu düşünen bir anne baba tarafından güven dolu bir
ortamda büyütülmüş normal bir çocuk olduğuma ve sorunun bende değil
etrafımda olduğuna ikna ettiler de ben de kendime kızmaktan vazgeçtim.
Şimdi gelelim esas konumuza;
Yani, bakın insanlara aşırı güvendiği ve kimseden kötülük beklemediği
için tedaviye giden ben bile artık etrafımda olup bitenlerle ilgili komplo
teorileri üretmeye ve herşeyde bir bit yeniği aramaya başladıysam, ülkemde
durum son derece vahim demektir.
Başbakanımız gene bir cevheri yan masadan, pardon kürsüden ansızın
ortaya attı ve milletvekili seçilme yaşının 18 olması gerektiğini söyleyiverdi.
Benim başka bir önerim var,hadi gelin şunu iki yaş daha aşağı
çekelim,oldu olacak 16 yapalım da bari gençlerimiz bluğ çağlarını Mecliste
geçirsinler, anne babaları da rahat bir nefes alsınlar.
Hatta meclis salonuna bir de internet oyunları falan da koyun ki ,
hazır gelmişken çocuklar orada o oyunlar üzerinde savaş taktikleri
çalışsınlar.
E artık üniversiteye de orada hazırlanırlar.
Doğal olarak meclise ücretsiz devam edilecek bir de dershane açarsınız,
teneffüslerde gelip oylamalara katılırlar.
Şaka bir yana,herkes niye diye sorarken,her nasılsa benim aklıma başka
sorular geliyor.
Herkes bilir ki,insanların ceplerinde seçim harcamalarını karşılayacak
paraları yoksa milletvekili seçilmeleri çok zordur.
Malum AKP hükümeti ile birlikte sermaye el değiştirdi ve yeşil sermaye
denen bir şey gündeme geldi.
Kimsenin parasında gözümüz yok ama acaba gaye onların çocuklarını biran
önce meclise sokup,baba para kazanırken ailenin daha genç fertlerini de
siyaset arenasına almak mı? Ne güzel babalar evlatlara çalışırken,bir
yandan da evlatlar babalarının açıklarını kapatmaya çalışır.
Ya da gaye parti olarak İmam Hatiplerden mezun hafızlar ordusundan
milletvekilcikleri çıkararak meclisi yıllarca parsellemeye çalışmak mı ?
Yani gördüğünüz gibi artık benim de kafam başka türlü çalışmaya
başladı.
Partilerin gençlik kolları bugüne kadar kime neye yetmiyor du ki,böyle
bir cevher yumurtladınız ey başbakanım?
Devlet idare etmek 18 yaşında olacak iş midir allahaşkına?
Lütfen biraz ciddiyet Tayyip bey,millete saygınız yoksa temsil
ettiğiniz kuruma saygınız olsun.
Gelelim diğer konuya..Hani şu herkes en az 3 çocuk yapsın meselesine..
Hepsine iş ve aş imkanı verebileceğinizi mi düşünüyor sunuz?
Yoksa ülkeyi Çin gibi bir tas pirince tüm gün çalışan ve ucuz iş gücü
oluşturan bir insancıklar ülkesi haline mi getirmek istiyorsunuz?
Biliyorsunuz geçenlerde 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 3013
lira olarak açıklandı ;
Yani o ailede herkesin ergen olup, asgari ücretten çalıştığını farz
etsek bile, zavallılar yine fakir yine fakir kalacaklar.
Açlık sınırı da aynı aile için 925 lira.
E madem zamları, pardon sizin tabirinizle ayarlamaları yapıyorsunuz o
zaman insanları açlık sınırından çıkaracak ayarlamaları da yapın demezler
mi adama?
Bence çok çocuktan önce konuşulacak başka şeyler var.
Üniversiteli işsizler ordusu,imtahanı kazandığı halde kadrosuzluktan
yerlerine yerleştirilemeyen devlet memurları,sokaklarda yaşayan sahipsiz kalmış,uyuşturucuya
alıştırılan,taciz edilen çocuklar.
Niye ailelere ‘’çocuk yapın’’ demek yerine,’’sahipsiz bir çocuğu evlat
edinin veya en azındab bakımını,eğitimini üstlenin.’’diye vaaz
vermiyorsunuz?
Bu çok daha mantıklı değil mi?
Tabi daha öncede belirttiğim gibi karanlık atölyelerde bir tas pirinç
için varlıklı ülkelere mal yetiştirmeye çalışan Çinliler gibi olmayı
düşünmüyorsak...
Gezi parkının yerine Taksim’e yapılacak Topçu kışlasına gelince:
Hımm,ne güzel artık Taksim mitingleri sadece polis gözetiminde
değil,kalabalıkların üstüne çevrilen topların gölgesinde de yapılacak
demektir.
Baktınız dalgalanma,toplulukta fazla bir hareketlenme var,at pare pare
topları üzerlerine bitsin gitsin.
Abarttın demeyin,mutasyona uğradığımı,artık kuşkucu şempanze olduğumu
size baştan söyledim. Yılların psikodrama seanslarının yapamadığını vallahi
hükümet yaptı bana,sağolsunlar.
(Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 13 Ekim
2012 tarihinde Ulusal Ses 'te yayınlanmıştır.)
Selin Melek AKTAN
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder