14 Kasım 2012 Çarşamba

Benim Açılımlarım 2






22 Kasım 2009, 13:42


SELİN MELEK AKTAN

BENİM AÇILIMLARIM 2.

Dünyada yaşanan her siyasi olayın bizlerin hayatında da farkında olduğumuz veya olmadığımız izdüşümleri var.Bu da açılımlarımızı etkiliyor.

Hayata,insanlara,ülkelere karşı fikirlerimizi değiştiriyor.

Bazen siyasi söylemlere kapılıp gidiyor,birilerinin ardına düşerken  her birimizin  şu kocaman dünyada küçücük birer insan olduğumuzu   unutuyoruz.

11eylül 2001 Hyatt Regency otelinde spor yapıyorum.
Salonda bir hareketlenme oluyor ve herkes TV ye doğru koşuyor.

Şaşkın bakışlarla   New York’taki ticaret merkezinin yıkılışını ve Pentagona yapılan saldırıyı izliyoruz.
O gece bir arkadaşlarımıza yemeğe davetliyiz.

Ben olayın şoku içindeyim.

Arkadaşlarımsa Prada’nın çıkardığı yeni kış koleksiyonunu tartışıyorlar.
-Bugünden itibaren dünya tarihi değişecek ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, diyorum.
Anlamaz gözlerle yüzüme bakıyor

-Ne olacak ki diyorlar?
-Amerika bunu kimsenin yanına bırakmayacak,muhtemelen en kısa zamanda Afganistan’a girecek, diye cevap veriyorum.

Kimsenin umurunda değil.Beni fazla heyecanlı olmakla ve olayları büyütmekle suçluyorlar..
Evet dünya bir daha asla eskisi gibi olmuyor.

Apolitik bir ailenin apolitik kızı olarak ben ,son derece doğal bir tahminde bulunuyorum ve Koç holdingin yönetim kurulunda ,büyük bir sanayi kuruluşunun başında bulunan bir beyefendi;

- Yok canım nereden çıkarıyorsun bunları ,diyerek bu sözlerime gülüyor.
İki  üç gün sonra televizyonlarda ellerinde fotoğraflarla,eve dönmeyen yakınlarını arayan ,hala yaşadığını ümit ettikleri sevgilileri için çaresizce ortalarda dolaşan insanların  görüntüleri yayınlanmaya başlıyor.

Ben bu sahneleri her gördüğümde ağlıyorum.Beni iki yıl öncesine götürüyor bu kareler.
2 yıl önce 17 ağustos depremini yaşamışız..

O tarihten önce haftanın 3 gecesi partiden partiye giden, hayat bizi hiç sarsmayacak,acılar yanımıza uğramaz sanan ben ve arkadaşlarım,o tarihten  sonra darma duman olmuşuz.
Yer sarsılırken hayatımızdan bir şeyleri de alıp götürmüş.

Bir daha asla o neşeli gamsız gençler olamadığımızı biliyorum.

Depremden sonraki ilk 36 saat içinde Gölcük’e bir arkadaşımızın teknesiyle yardım götürmüştük.
Kapkaranlık,toz toprak altındaki kıyılara bakıp

’’ Savaş böyle bir şey herhalde ‘’ diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Daha sonra haberlerde göçük altında saatlerce bekleyen kişileri izlediğimde,ilk  aklıma gelen şey,
’’  O kapkaranlık sahillerde biz tekneyi boşaltırken ,bazı insanlar tonlarca ağırlığın altında kurtarılmayı bekliyordu’’ olmuştu..

Televizyonda  yakınlarını kaybeden Amerika’lılara  baktığımda,hayatın bir daha onlar için de asla aynı olmayacağını biliyorum.

Böyle bir felakette beklenmedik şekilde bir yakınını kaybetmenin ve öldüğünden emin olamayıp her gece ümitle onun eve dönüşünü beklemenin nasıl bir şey olduğunu düşünüyorum.
Gözlerim doluyor.

Benim gibi kontrol delisi biri için kontrol edilemez felaketlerin ne derece büyük bir yıkım olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

11 Eylülden iki ay sonra Amerika’ya uçmam lazım.
Oradan Santa Dominic’e gideceğim..
Bütün bir Pazar günü bavullarımı  hazırlamışım.

Hem yazlık hem de kışlık kıyafetler almak zorunda olduğum için uzun sürüyor seyahat hazırlıklarım.
Salı sabahı THY uçağıyla NewYork’a uçacağım.


Pazartesi günü JFK den Santa Dominic’e kalkan uçak Queens üzerine düşüyor ve JFK hava alanı hemen trafiğe kapatılıyor. 

Ben zaten günler öncesinden strese girmişim.
Terörün hedefindeki ülkeye uçmaktan ölesiye korkuyorum.

Uçağın düşmesinden sonraki 10 saat boyunca evimin salonunda bavullarım bana ben bavullarıma bakarak sabahlıyoruz .

Sabaha karşı  JFK hava alanı açılıyor ve uçuşlar tekrar başlıyor ama  ben korkudan biletimi yakmak pahasına New York uçuşumdan vazgeçiyorum.

Bir uçağın içinde teröristlerin patlattığı bombalarla ölmek istemiyorum.

Daha sonraki ilk NewYork seyahatimde şehrin üzerine adeta gri bulutların  çöktüğünü ve insanların  ağır bir depresyonda olduğunu görüyorum.Sanki sokaklar korkak,ürkek,restoranlar boş.

Manhattan’da yaşayan bir ahbabım,Dünya Ticaret Merkezinin yıkılmasından sonra 20 gün süreyle korkudan sokağa çıkamadığını anlatıyor.

Amerika’daki  ikiz kulelerin yıkılması sırasında ve sonrasında gördüğüm sahneler yüzünden,
 17 ağustos depreminde  izlediğim göçük altında kalma hikayeleri yeniden gözümde canlanıyor ve ben hayatımda o güne kadar hiç sahip olmadığım bir derde sahip oluyorum.

Artık benim de bir fobim var.

Metroda ,asansörde, uçakta kapalı ve nefessiz  kalma korkusuna kapılmaya başlıyorum..
Yolculuklarım  sırasında  şeffaf, üzerinde kevgir gibi delikleri olan bir uçakla uçtuğum  hayali kuruyor, bu sayede havasız kalacağım korkusundan kurtulmaya çalışıyorum.

Ama  bir gün Nişantaşı’ndaki Marks and Spencer mağazalarında asansör, aniden durunca sırtımdan aşağı terler boşanıyor,titremeye başlıyorum.

Oysaki karanlıkta bile değilim,geniş camlardan dışarıyı rahatlıkla görebiliyorum.
,Hayatım boyunca hiçbir şeyden korkmadığımı bilen yanımdaki  kız arkadaşım şaşkınlıkla   beni sakinleştirmeye çalışıyor.

Londra metrosunda tenhayken bindiğim bir vagon,dolmaya başladığında yine aynı korkuyu yaşayınca soluğu doktorda alıyorum.Dünyada en çok korktuğum şey bir korku sahibi olmak.Bunu kendime hiç  ama hiç yediremiyorum.

Sonunda birkaç seans süren psikolojik destek  programıyla  bu dertten kurtuluyorum..

Bir gün Amerika’daki avukatıma ;

-Irak’a saldıracağınızı  düşünüyoruz  ve bu Türkiye için çok  büyük problemler demek, diyorum.
-Bu  da nereden çıktı,bizim böyle bir planımız yok ki. diyor.

Eski bir politikacı olmasına rağmen bir bebek saflığıyla konuştuğunu görüyorum.Uzun zaman bu konuda iddialaşıyoruz.1 yıl sonra Irak’a asker çıkardıklarında   şaşırıp kalıyor ve yıllarca bu konudaki öngörüme nasıl inanamadığını anlatıyor.

O günden sonra çok zeki bir insan olduğuma karar veriyor ve her sözüme kulak veriyor.
Halbuki Türkiye’ de yaşayan biriysen bunu bilmek için zeki falan olmana gerek yok.
- Eğer sen de benim gibi etrafı ateşlerle çevrili bir ülkede  yaşasaydın,burnunun ucundaki duman konusunu hemen   alırdın.

Yangın yanı başımızda çıkıyor çünkü,sizinki gibi dünyanın öbür ucundaki kıtada değil ,diyorum.

İkiz kulelere  yapılan saldırının üzerinden  2 yıl geçiyor..Bu sefer de Miami hava alanında Rio’ya kalkan uçağa binmeyi  bekliyorum..

Televizyonlarda  sürekli yediğiniz içtiğiniz her şeye dikkat edin,  marketlere giren  ürünler üzerinden biyolojik atak bekleniyor  diye  alt yazılar  geçiyor.

-Nasıl yani? diyorum..Yine sinirlerim gerilmiş..
Amerika’ya her gelişimde midemin içinde beni  geren korkularla yüzleşmek zorundayım.
Nereye baksam terör korkusu ve tam o sırada TV ler de
Kırmızı alarm yazısı çıkıyor ve Irak savaşı başlıyor.

Ben elimde yarısı ısırılmış bir elma,ekrana  bakakalıyorum. Aklımdan geçen ilk  düşünce ‘’sen şu anda savaşta olan bir ülkedesin ‘’oluyor.

Beklenen bir şey olmasına rağmen herkesin de benim gibi
donup  kaldığını görüyorum.Kontrollarının  dışında bir olaya dahil edilmişler ,şaşkın ve ürkek  gözlerle ekrana bakıyorlar.

Ve ben 2 yıl önce felaketleri için göz yaşı döktüğüm Amerikalılara bu defa çok ,ama çok kızgınım.
Brezilya’da seyrettiğim savaşla ilgili görüntüleri, Amerika’ya dönünce bambaşka senaryolarla tekrar izliyorum.Amerikan askerlerinin başarılarını anlatan tam tersi hikayelerle aynı görüntüler ekranlarda.
Amerikan halkı bunu seyredip ne  görüyorsa  ona inanıyor.Ülke dışına çıktıkları anda bu görüntülerin tersi senaryolar izleyeceklerine onları inandıramıyorum.

O zaman anlıyorum ki,savaşta TV de gördüğün her şeye inanmayacaksın..
Türkiye’ye döndükten sonra bir gün e mail kutuma   Amerikan askerlerinin savaş esirlerine yaptığı işkenceleri gösteren fotoğraflar düşüyor.
İğrenç insanlık dışı görüntüler bunlar.
Ben yine Amerika’dan nefret ediyorum.

Bu maili ülkenin doğusundan batısına tanıdığım bütün Amerikalı arkadaşlarıma gönderiyorum.
Herkesten son dererce kibar,özür dileyen mektuplar geliyor.Hemen hemen hepsi Bush’ dan ve onun yönetiminden utandıklarını söylüyorlar.

 Irak savaşının gereksizliğini vurguluyor,dünyanın öbür ucundaki  bir yere ,gencecik çocukların  niye savaşa gönderildiğini anlayamadıklarını belirtiyorlar.

Amerika’daki  insanların da bazen devlet politikaları karşısında aciz kalabildiğini ve olaylara müdahale edemediklerini görüp şaşırıyorum.

Derken NewYork’da yaşayan ve o güne kadar her vesile ile bana ve sanatıma olan hayranlığını belirten bir antikacıdan zehir zemberek bir mail geliyor.Okuyunca gözlerime inanamıyorum.

-İşkenceye bakacaksan Somali’de olanları hatırla diyor.
‘’Somali de ne olmuştu bilmiyorum ki ben,gerekirse ona da bakarım tabi ama şimdi konumuz Amerika Irak demek’’ geliyor içimden.

Bir iki defa daha karşılıklı yazışıyoruz..Beni Müslüman olduğum için Irak’ı tutmakla itham ediyor.
Sen  ve senin gibi Filistinliler deyince adamın Yahudi olduğunu anlıyorum. Zıvanadan çıkmış bir halde hakaret ediyor ve seni bir daha hayatım boyunca görmek istemiyorum diyor. 

Şaşkınım,dünyanın her yerinde prenses muamelesi görmüşüm ben.

İlk defa birisi dinimden ötürü beni bir gruba dahil  ediyor ve hakaretler yağdırıyor.
Fanatikliği gözlerini kör etmiş insanların ne kadar çirkinleşebileceğine şahit olmak  ürkütüyor beni.

Bir gün uçakta yanıma NewYork’ta yaşayan  PortoRicolu bir avukat düşüyor.Elindeki güncel davalardan bahsediyor.Bir yığın Amerikan askeri,Irak savaşına katılmak istemedikleri için ordudan ihraç edilmiş ve haklılıklarını kanıtlamak için Amerikan hükümetine  dava açmışlar.

2005 eylül ayı..Santa Barbara’daki sergimin açılışının ardından  yine  NewYork’ tayım..
Buradaki galerimin sanat danışmanıyla 2 ay önceden alınmış bir randevum var..Dünyanın yaradılış efsanesini anlattığım evolution  sergimin  detaylarını konulacağız.

Başkan Bush Birleşmiş Milletlerde konuşma yapacağı için NewYork ‘daki tüm oteller dolu ve yollar kapatılmış.

Chelsea ‘deki galeriye tam zamanında ulaşmanın tek yolu metro..
Beklediğim tren bir türlü gelmiyor ve randevuma yetişemeyecek olmanın huzursuzluğuyla ellerim cebimde yerimde sallanıp duruyorum.

Bir anons ve yine kırmızı alarm.İnsanların yüzünde panik ifadesi.
Bir süre sonra tünelden ellerinde bomba arama aletleriyle bir takım adamlar çıkıyor ve 15 dakika sonra hat açılıyor. Gecikmenin sebebi bomba alarmıymış.

Artık Amerika’da olduğum sürece bu alarmlar,saldırı beklentileri hayatımın rutini haline gelmeye başlıyor..

Doğuya uçarken de Los Angeles tarafında terör saldırısı beklendiği ihbarı vardı  ve ülkenin o yöresi alarm vaziyetindeydi.

Sanki nereye gitsem korku oraya geliyor ve yıllarca kendi küçük dünyamda mutlu mesut yaşayan ben ,hayatımda ilk defa terör korkusu altında yaşamanın  ne demek olduğunu anlıyorum.
O dönemde uçak firmaları iflas ediyor,dünyada turizm sektörü büyük bir darbe yiyor.

Politikalarına sinir olduğumuz ve belki başlarına gelen felaketi duyunca neredeyse hak etmişlerdi bunu  diyeceğimiz dünyanın öbür  ucundaki bir ülkede yaşananlar,sonunda tüm ülkeleri etkiliyor.

Amerika’ ya gide gele insanların olaylara dünyadan ne kadar habersiz  ve nahif gözlerle baktıklarını görüyorum.

Orada da vatandaşlar,  hükümetlerinin yanlış politikaları
sonucu hak etmeklerini düşündükleri bir takım bedeller ödüyorlar ve çaresizler.
O zaman  kişilerle devlet politikalarını  birbirinden ayırmam gerektiğini anlıyorum.

Söylemlerimi değiştiriyor,
Amerika’dan ve Amerikalılardan değil ama Amerikan dış politikalarından nefret ettiğime karar veriyorum.

Selin Melek Aktan ın bu makalesi 22 Kasım 2009 tarihinde  Türkhaberlerde yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: