16 Kasım 2009, 08:53
SELİN MELEK AKTAN
BENİM AÇILIMLARIM-1 |
2005 yılının 1 mayıs günü..
Paris’te ki ilk sergim.
Bastille’de Orientalpopart koleksiyonum görücüye çıkmış.Fransa’nın Fas kültürüyle kuzey Afrika’da hüküm sürdüğü yıllardan gelen bir tanışıklığı var. Bu yüzden antik gümüş ve folklorik şark öğeleriyle süslü resimlerim büyük ilgi görüyor. Aynı koleksiyonla 2004 de Zürih art showda en avangard sanatçı seçildiğim için bu beni pek de şaşırtmıyor.
Zor olan koleksiyon hakkında konuşmak isteyen Fransızlara cevap vermek.
Onlar İngilizce konuşamıyorlar,ben de Fransızca.
Bir dahaki sergime yanımda Fransızca bilen biriyle gelmeye karar veriyorum.
Yaşlıca bir hanım yanıma gelip bir şeyler söylüyor.
Fransızca anlamadığımı görünce İngilizce soruyor:
Kürt müsün?Şaşkınlıkla yüzüne bakıyorum.
Beni İspanyol’a,İtalyan’a ,Güney Amerika’lıya benzetmelerine alışkınım ,ama hayatımda ilk defa Kürt müsün sorusuyla karşılaşıyorum.
‘’Kürt değilim, ‘’diyorum.Gözlerinde belirgin bir hayal kırıklığı var.
‘’Nereden aklına geldi ki bu soru, Kürt olsaydım beni daha mı çok sevecekti acaba’’ diye düşünüyorum.
Sonra Bahar pastanesinden aldığım masanın üzerinde duran lokumları görüyor ve türkçe konuşmaya başlıyor.
Iraklıymış,ama 40 sene önce Paris’e yerleşmiş.
Sohbetimiz İstanbul üzerine devam ediyor.
Şimdi bile bilmiyorum,Iraklı Kürtlerden miydi,yoksa orada yaşayan Türklerden mi..Hiç aklıma gelmedi kökenini sormak.
Gerçi daha sonra aynı sergide başkaları da sordu bana,
Kürt müsün? diye.
Hatta 2 kişide
Ermeni misin? dedi.
Sonraları Kürtlerin ve Ermenilerin Paris’te çok kuvvetli bir lobileri olduğunu öğrendim.. Bu yüzden Fransızlara ülkelerinde varlık gösteren bir sanatçının bu gruplardan birine dahil olması daha akla yatkın geliyordu.
Bazen Facebook da da Alevi misin sorusuyla karşı karşıya kalırım.
Hayır,Alevi,Kürt,Ermeni kökenli değilim.
Türkiye’de yaşayan,Bursalı bir ailenin kızıyım.
Anne tarafından dedemin 1293 senesine kadar şeceresi belli. Atalarımız Bursa’nın fethedilmesinde yararlı oldukları için, padişahın toprak vererek ödüllendirdiği askerlerden.Aile fertleri odalar boyu, şecerelerini gösteren haritalar çıkarmışlar.
Anneannemin anne tarafı ise Filibe göçmeni..
Tabi hep bilinen hikayeler..Büyük dede çocuklarına sandıklarla altınlar vererek buralardan kaçın demiş. Onlar da Bursa’ya gelip çiftlikler satın almışlar falan.
Küçük bir çocukken bunları anneannemden masal gibi dinlerdik..
Doğal olarak altınlar olduğuna göre Landon arabalar,samur kürkler falan da eşlik ederdi bu hikayelere.
Şimdi olsa tarihleri falan netleştirerek, daha dikkatli dinlerdim bu göç hikayelerini.Ama ne yazık ki bize bunları anlatan aile büyüklerinin hiçbiri hayatta değil artık.
Baba tarafım da Bursa’lı.
Ama babamın dedesi Mısır’dan gelmiş.Oraya niye gitmiş,niye gelmiş orası hiç belli değil.Büyükler ölünce tarihçenin o kısmı eksik kalmış.
İnsanların paralı veya parasız olmakla sınıflandırılmadığı bir ailede büyüdüm..Hatta evde para pek konuşulmadığı için bunun yaşantımızdaki yerini anlamam ve maddi şeylerle aramda bağ kurmak bayağı yıllarımı aldı.
Ama asalet,soy sop..
İşte orada durun..
Annem sonradan servetini kaybetmiş varlıklı bir ailenin kızı.Anneannemle dedem iki çiftlik sahibinin çocukları olarak evlenmişler.Ama her ailede, hani servetin altından girip üstünden çıkan birileri olur ya,onlarında amcaları yemiş bitirmiş işte her şeyi.
Annemle babam evlendiğinde,servetini yitirmiş asil ailenin kızıyla ,parasını çok çalışarak kazanmış,hem kendine hem de yakın akrabalarına sahip çıkan babamın evlenmesi biraz da parayla asaletin evliliği olmuş.
Tüm çocukluğum annemin ne kadar asil bir aileden geldiğimizi anlatan sözlerini dinlemekle geçti.
Biliyorsunuz insanlar servetlerini kaybedince başka şeylere tutunurlar.
Sürekli olarak ne kadar soylu soplu sülalelerden geldiğini anlatan insanların, eksikliğini hissettikleri bir şeyleri telafi etmek amacıyla böyle konuştukları düşünürüm hep.
Onları dinlerken;
‘’Peki bırakın babalarınızı,dedelerinizi.Siz bu hayatta neler yaptınız?
’Varlık sebebiniz ve üretiminiz nedir? demek gelir içimden.
Kendi yaptıklarınızdan emin değil misiniz ki, asil kanınızı anlatma gereğini duyuyorsunuz?
Tabi ki bir şey söylemem,ama aklımdan geçenler tamamen budur.
Annemin asalet takıntısını da küçükken beklenmedik bir anda ailesinin başına gelen maddi kayıplara bağlıyorum.
Neyse ki bilgisayar dünyasıyla tanışma yaşını geçtiğinden bu satırları okuması mümkün değil..Bu yüzden rahat rahat dedikodu yapabilirim.,
-Kızlarını bir topçuya verivermişler..(O zamanlar topçularla popçular bu kadar moda değildi herhalde)
-Kızları bir muhacirle evlenmiş....(buraya olayı tasvip etmeyen ses tonu efekti ilave ediyorum)
- Tatar mahallesinde oturuyorlarmış.(Alçaltılmış bir ses tonu)
-Bizim şarklıya verilecek kızımız yok.(Aleni söylem)
-Onların soyunda çingene varmış diyorlar..(Aman da aman,öl daha iyi)
Bunlar çocuk dünyamdan aklımda kalan birkaç söz...
Annem kendine soy sop olarak hep aile tarihçesindeki en köklü kısmı almıştır.
Anneannemin anneannesinin Filibe kısmı tamamen hasır altı edilmiştir.
Tabi ki biz çocukların baba tarafından büyük dedelerinin Mısır’dan geldiği gerçeği de..
Her güzelin bir kusuru olurmuş.Benim güzeller güzeli,hayattaki sağlam duruşu, etik değerleri ve tüm diğer özellikleriyle kızı olmaktan son derece gurur duyduğum sevgili annemin kusuru da işte budur.
Benim annem dedikodu sevmez.Fedakardır.Evlatlarına her zaman kol kanat germiştir.Güçlü bir kadındır.Haksızlıklara tahammül edemez ve inandığı değerler uğruna sonuna kadar mücadele etmekten kaçınmaz. Çok çalışkandır.Bir saniye boş durmaz,hep bir şeyler üretir.Onurlu bir insandır.Kimseyi fakir diye dışladığını,küçük gördüğünü görmedim.
Ama ille de şu asalet ve köklü aile olma konusundaki takıntısı olmasa.
Bu tarz bir ailede büyümenin bendeki iz düşümü ne oldu dersiniz? Tam tersi bir dünya görüşüne sahip olup,
insana insan olarak bakmak ve kimseyi dini,memleketi,rengi,tahsili,zenginliği,fakirliği veya etnik yapısı ile yargılamamak..
Zaman içinde aileye tam da soru işareti yaratacak yörelerden damatlar getirmek de bunlara dahil oldu tabi..Annem büyük lokma ye,büyük söz söyleme demek durumunda kaldı.
Kimsenin nerede doğacağı belli değil.Afrika’da da doğabilirdim,Çemişkezek’te de .Çinli de olabilirdim,Bulgar’da..
Bursa’da doğmak ve İstanbul’da büyümek beni daha önemli kılmaz ,sadece daha şanslı yapar diye düşünüyorum.
Ve belki de bu hak edilmiş bir şey değildir,o yüzden bu şansın getirdiği avantajları bundan yoksun olanlarla paylaşmam gerekmez mi diye arada bir kendi kendime sorular sorarım.
Biliyorum ki mesuliyetini taşıyabileceğime inandığım bir gün,istersem yetimhaneden bir çocuğu evlat edinebilirim.
Soyuna falan bakmadan,aklıma kötü şeyler de getirmeden onu büyütmeye çalışırım.
Dünyaya gelmişse bir sebebi olmalı diye düşünürüm.
Bizi yaratan sistemin herkesi bir nedenle ve severek yarattığına inanırım.
Hayatım boyunca değerlerimi Yunus Emre’nin şu sözü üzerine oturttum..Yaratılanı sev,yaratandan ötürü.Eğer her birimiz önemli ve gerekli olmasaydık tanrı bizi yaratmazdı değil mi?
Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 16 Kasım 2009 tarihinde Türkhaberler'de yayınlanmıştır.
Selin Melek Aktan'ın bu yazısı 16 Kasım 2009 tarihinde Türkhaberler'de yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder