14 Kasım 2012 Çarşamba

Mısır'da bir Atatürk kızı-1






03 Ekim 2009, 14:55

Selin AKTAN





Özellikle Kızıldeniz ‘de dalmaya meraklı olanların rağbet ettiği Sharm El Seiyh, son yılların en populer tatil yörelerinden biridir.



Bir gemiyle Nil nehrini baştan sona geçmek için Mısır’ a ilk gidişim bundan 20 yıl öncesine dayanır.

Çok sıcak bir iklim olduğundan tarihi tapınakları gezmek için her sabah 5.30 da kalkıyor,saat 8.30 gibi de gemiye geri dönüyorduk.



Çok enteresan bir ülke olmasına rağmen,erken kalkmaktan nefret eden ben topu topu 3 gün sonra ; ‘’izci kampında mıyız,ne biçim bir gezi bu böyle.Üstelikte bütün taşlar birbirine benziyor’’ diye sızlanmaya başlamıştım bile..



O seyahatimde yerel halkla bire bir iletişime geçme fırsatım hiç olmamıştı.





Geçtiğimiz şubat ayında Sharm El Seiyh’e uluslar arası bir sanat sempozyumuna davet edilince sevinçle kabul ettim.



Eskiden gittiğimde niye orayı görmedim diye düşünürken öğrendim ki o yıllarda burası İsraillilerin elindeymiş ve ancak birkaç yıl önce Mısırlılara geçmiş.



Miami’deki sergimin açılışından 2 gün sonra,12saat süren bir yolculukla NewYork’tan İstanbul’a dönmüş, evimde sadece 8 saat kalıp, akşam uçağıyla hemen Kahire’ye hareket etmek zorunda kalmıştım..



Arkadaşlarım sağ olsunlar her dakika ’’Orada işin bitince Japonya üzerinden buralara da uğramayı unutma, bir kahvaltı edip gidersin’’ diye benimle dalga geçen mesajlar atıp duruyorlardı.





Düşünüyorum da fiziki olarak insanı zorlayan tüm bu koşuşturmalar ancak işinize çok aşıksanız çekiliyor.



Daha çok Arap ülkelerinden gelen Ortadoğulu sanatçıların olduğu sempozyumda Türk sanatçı olmam dolayısıyla olağanüstü bir ilgi görüyordum.Anlaşılan o ki,herkesin bir şekilde Türkiye ile bir kan bağı vardı.Kimi ülkemizden gelin almıştı,kimisinin annesi Türkdü.



İnanılmaz derecede aksansız bir türkçeyle konuşan Aymar isimli bir sanatçı, Arabistan büyükelçisinin oğlu olarak 10 yaşına kadar Ankara’da yaşadığını ve babasının görevi nedeniyle ülkesine dönerken ne kadar ağladığını anlattı. Söylediğine göre uzun yıllar Ankara’yı özlediği için Arabistan’a alışamamıştı.



’’Türkiye benim vatanım gibiydi’’ diyordu. Evlenmeden önce ailesiyle sık sık İstanbul’a gittiği için eşi de Türklere hayrandı ve gülerek ilk tanıştıkları zaman, Aymar’ın türkçe konuşabilmesinin onu ne kadar etkilediğinden bahsetti.



Tabi bir de o sıralar gümüş isimli dizi ülkelerinde çok popüler olduğu için güzel görüntüler nedeniyle görmeden İstanbul’a aşık olanlar vardı.



Beni en çok şaşırtansa bizim ülkemizden Suudi Arabistan’a gelin giden kızlar olduğunu öğrenmek oldu.Hem de sayıları tahminimden fazlaydı.Bir an önüme milyarlarca lira para konduğunu düşündüm.

Memleketimi terk edip,Suudi Arabistan’da yaşayabilir miydim?





Yaşayamazdım herhalde.





Sempozyumun ikinci günü, Türklere bu derece sempati duyan sanatçılar grubunun içinde,bir de bizi hiç tanımayan 65 yaşlarında bir profesörle tanıştım.Halen Alexandria Üniversitesinde dersler veren profesör Faruk Wahba..





Mısırlı sanatçılar dünya sanat piyasasında var olmak için nasıl bir yol izlemeliler konulu bir konferans vermeye gelmişti.

CV sine bakınca dünyadaki pek çok müzede işleri olduğunu,uzun yıllar Mısır’ın kültür ataşeliğini yaptığını ve hayatının büyük bir kısmını Avrupa’da geçirdiğini gördüm.



Aldığı ödüllerle yaptığı işlerle dünya da sanat piyasasında yerini almış bir sanatçıydı. Ufak tefek, bol pantolonlar giyen, güler yüzlü, babacan bir adamdı.



Bazen yaptığınız işteki başarınız boyunuzu daha uzun,yaşınızı daha genç gösterebilir. Ben de onun yaptığı işlere ve kat ettiği mesafeye hayran olmuştum.



“ -Venedik Bienali’ne katılmışsınız, İstanbul’a niye gelmiyorsunuz?”



“- Bizim de bir bienalimiz var” dedim.



“- Selin’ciğim ben genelde müslüman ülkelere gitmiyorum, burası kendi ülkem olduğu için mecburen buradayım” dedi.



Seminerde eşleriyle birlikte Arap ve Ortadoğu ülkelerinden gelmiş bir çok kadın sanatçı vardı.Karı koca bu kadar sanatçı çifti birlikte çalışırken görmek ilginçti.



Ve ben sanat hayatıma başladığımdan beri ilk defa başı örtülü bir kadın ressamlar topluluğunun içine düşmüştüm.Son derece güzel makyaj yapılmış ceylan gözleri olan,yuvarlak yüzlü zeytin tenli bir kadınlar ordusu.



Benim için çok değişik bir deneyimdi.Çünkü giyimleri hariç her şeyleriyle gözüme son derece modern gözüküyorlardı.



Hatta bir iki tanesi resim yapmayı kocasından öğrendiğini söyledi. Romantik kafam geri planda Özdemir Erdoğan ‘ın bir keman öğretmeniyle öğrencisinin aşkını anlatan şarkısı eşliğinde, hemen hikaye yazmaya başladı.



Ne güzel,her halde bu güzel hanım güzel sanatlarda okuyordu ve hocasına aşık oldu. Sonunda da evlendiler. Ay ne romantik.



Faruk bey;



-Bak şu insanlara,bunların kaçı sanatçı sence? Kadınlar kocalarıyla resim yapıyorlar dedi.



-Ne var bunda,karşılıklı bir yardımlaşma içindeler,zaten zamanında onların öğrencisiymişler dedim.



Gülerek yüzüme baktı.



-Hayır,onlar erkek kadın yan yana gelemezler ki nasıl derste tanışacaklar.Arabistan’da sanat okulunda kız öğrenciler dersi videodan izlerler.Sınıfa video oynatıcısı konur,hoca önceden kaydedilmiş dersi anlatır,kızlarda dinler deyince



-Yok canım daha neler artık demişim.



-- Peki hocaya soru soracaklarsa ne oluyor ?dedim.



-Soramazlar dedi.



Birden her şey gözüme farklı gözükmeye başladı. Biz hiç böyle bir şey yaşamamıştık ki..En fazla şehirler arası otobüslerde hanım yanı diyerek bilet ayırtan yaşlı teyzelere, anlayış göstermeye çalışacak kadardı bu konudaki hoşgörümüz.



DEVAMI VAR

Hiç yorum yok: