16 Kasım 2012 Cuma

Mısır'da bir Atatürk kızı-2




05 Ekim 2009, 08:13
Selin AKTAN

Mısırda bir türk kızı yazımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Yazının1.bölümünü okumak için lütfen yazarın arşivi bölümünden MISIRDA BİR ATATÜRK KIZI (1)kısmına giriniz.

-Kadınlar Suudi Arabistan’da araba bile kullanamazlar dedi.
Ama burada Mısırlı bazı sanatçılar görüyorum, ve onlar açık dedim.
-Burası Sharm El Seiyh ,tatil yöresi ve turistik bir yer olduğu için başları açık,hepsi Kahire’ye veya İskenderiye’ye dönünce başlarını örtecekler,böyle dolaşamazlar dedi.

Gerçekten de son gün serginin, resmi protokol erkanının katıldığı açılış davetinde ,birkaç gündür normal elbiseler içinde gördüğüm tüm Mısırlı sanatçılarda kapandılar.

Ama olay sadece kapalı veya açık giyinme meselesi değildi.

Sonra konu çok ilgimi çektiği için ülkelerimizdeki yaşam şartları konusunda birbirimizi sorguya çektik.

Bu arada ikinci akşam yemeği buluşmamızda hocam elinde bir kolye ile geldi ve sanatımdan, kişiliğimden çok etkilendiğini, eşinin onun sanatla olan ilişkisini hiç anlayamadığı için mutlu olamadığını anlatarak bana evlenme teklif etti.

Hayatımda aldığım en hızlı evlenme teklifiydi.Önce dalga geçiyor sandım. Şaşkınlık içinde;
-Ama siz zaten evlisiniz. Hem sizi daha çok yeni tanıdım demişim.

İçimden bu da bu çeşit bir çapkın, kur yapmak için pat diye evlenme teklifi etti derken,O
- Ama seni nasıl tanıyacağım ki, dedi.

Sonraki konuşmalarımızdan anladım ki onların adetlerinde ,öyle birbirini tanımak için flört etmek falan yoktu ve bana evlenme teklif ederken de çok samimiydi. Çünkü evli olsa da, ikinci bir eş alma hakkı vardı.

İslam ülkelerinde 3-4 eşe kadar evlenilebileceğini herkes gibi ben de biliyordum. Ama insan kendisi böyle bir durumla karşılaşıncaya kadar, bunun nasıl bir şey olduğunu idrak edemiyor.Orada kaldığım süre içinde bir kaç evlilik teklifi daha oldu ama hepsi ya ikinci,ya da üçüncü eş konumundaydı.



Ülkemizde istenmeyen bir hamileliğin cerrahi müdahaleyle sonlandırılabileceğine ve bunun yasal olduğuna inanamadı.

-Niye?diye sordu.
-Nüfusumuz artıyor,doğum kontrolu gerekiyor deyince,
-Siz de doğum kontrolu yasal mı,ama çocuklar tanrıdan bize gönderilen hediyelerdir.Rızkları ile gelirler bu dünyaya .Mısır’da doğum kontrolu falan yapılmaz.diye tamamladı sözlerini.

Bir an tam da Tayyip Erdoğan gibi konuştu diye aklımdan geçirdiğimi
hatırlıyorum.
-Peki bir kadın kendi başına çocuk sahibi olabilir mi ? Öldürülmez mi ?dedi.
-Vallahi pek geleneksel bir durum olmasa da toplumsal olarak böyle bir sorumluluğu kaldırabileceğine inanıyorsa tabi ki doğurabilir.Kanunen bir sorun yok.dedim.
-Ya Baba ?diye sordu
-Baba çocuğunu nüfusuna almak zorunda. Ama itiraz ederse de kadın mahkeme yoluyla çocuğun ondan olduğunu ispat etme hakkına sahip diye izah ettim.
Çok şaşırdı;
-- Bizde bu kadın hemen öldürülür.dedi.


O güne kadar bu ve bunun gibi konularda düşünmek hiç aklıma gelmemişti.

Atatürk bize öyle bir ülke bırakmıştı ki,bunlar için mücadele vermek zorunda kalmamıştık. Aksini görmediğimizden, başka ülkelerde kadınların nasıl yaşadığını unutuyor, elimizde ne önemli ayrıcalıklar olduğunun farkına bile varmıyorduk.

-Bir kadın evliliğini sürdürmek istemiyorsa, kocasına dava açıp ayrılabilir deyince şok geçirdi.
-Çok şanslısınız.Gerçekten Türkiye farklı bir ülkeymiş dedi.

Bütün bu konuşmaların sonunda o ülkelerde bir kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu daha iyi anladım.

Daha önce, yapmış olduğu sanat eserleriyle gözümde büyüyen hayranlık duyduğum o babacan adam,bütün bu duyduklarımdan sonra karşımda birden bire kendimi asla bir arada düşünemeyeceğim bir arap erkeğine dönüşüvermişti. Bir yandan da ona acıdığımı hissettim. Her ne kadar yaşamının büyük bir kısmını yurt dışında geçirmiş de olsa,bir yerde o da sistemin çarklarına takılıp kalıvermişti ve zarif sanatçı kişiliği ile doğduğu ülkenin dayattığı şartlarda yaşamaktan son derece mutsuzdu.


-Avrupa’yı özlüyorum.
Ama ben Mısır'lıyım.Kendi ülkemde,ama daha medeni bir ortamda yaşayabileceğim bir hayatım olsun isterdim dedi.

Atatürk kadınları konulabilecek en özel yere koymuştu. Büyük başarılar değerli anaların yetiştirdikleri seçkin çocukların yardımıyla meydana gelir. » sözüyle de anneliği taçlandırmıştı.

Belçika’nın en zengin ailelerinden birinin hanımı ile, bir gün bir yemekte sohbet ederken Türkiye’de 1934 yılından beri kadının seçme ve seçilme hakkı olduğunu söylediğimde gözleri fal taşı gibi açıldı.Onlar bu hakkı 1960 da almışlardı,İsviçreliler ise 1974 de. Suudi Arabistan da ve İran’da ise kadınların hala oy hakkı yok.

Düşünebiliyor musunuz İsviçreli kadınlardan tam 50 sene önce bizler bu ülkede bir bireydik.Çünkü tarihimizden bir Atatürk gelip geçmişti
ve biz onun çocuklarıydık.

Onun hayal ettiği kadınlar, analar olarak, vatandaşı olmaktan onur duyacağımız bir Türkiye yaratmak,sizce de bizlerin görevi değil mi?

Ben her yurt dışına çıktığımda ve yabancı bir ülkeye ayak bastığımda bunun önemini daha çok anlıyor ve onun sayesinde sahip olduğumuz değerlerle gurur duyuyorum.


2 yorum:

Eliff dedi ki...

Ataturk u unutmayip unutturmamaliyiz onun fikirlerini beynimizde yasatmali gelecek neslimize aktarmaliyiz!

Eliff dedi ki...

Cok guzel bi yazi olmus fikrine saglik:)