14 Kasım 2012 Çarşamba

İzlenimlerim.. 1


logo
selin
15.03.2010 11:20:34


Öncelikle yazılarımı bekleyen tüm okuyuculardan özür dileyerek başlamak istiyorum.Sergilerim nedeniyle yoğun çalışma tempom bu gecikmelere sebep oldu ama bundan sonra daha sık aranızdayım.Hatta kendimi affettirmek için bu hafta Antalya izlenimlerimi tefrikalar halinde iki gün arayla koymaya karar verdim.Umarım bir İstanbullunun gözüyle Antalya izlenimlerimi okumaktan sıkılmazsınız.Gazetelerde TV’lerde hep felaket haberleri var değil mi?Halbuki; ülkemizde güzel şeyler de oluyor ve ben biraz da onlardan bahsetmek istiyorum.Geçen haftalarda Akdeniz Haberci sitesinin açılış kokteyli için Antalya’daydım.Genç ve çalışkan insanları severim.Eşi de gazetecilikten gelen ve yıllarca muhabir olarak çalışan Birgül hanım oturmuş, tüm Akdeniz için bir haber sitesi kurmuş.Bana köşe yazmamı teklif ettikleri zaman yoğun programımdan ötürü biraz tereddüt etmiştim.Ama Akdeniz bölgesi ülkemizdeki turizm sektörü için pilot bölgelerden biri ve benim yıllarca burada geçirdiğim tatillerden ötürü o kadar içimde kalan ve söylemem gereken söz vardı ki, hayır diyemedim. Bunların bir kısmını da ilk günlerdeki makalelerimde söyledim zaten.Haber yazdığım siteyi ve onun okuyucularını bizzat tanımak istediğim için Birgül hanımın açılış davetine de hayır diyemedim.

Hep dikkatimi çekmiştir.Politikacılar parti merkezlerinde oturup hükümet politikaları üretirken kendileri bile farkında olmadan hizmet verecekleri halktan kopar giderler..Bir politikacı için olabilecek en tehlikeli şey etrafında her daim onu tasdik eden, “Aman efendim, zaman efendim” diyen insanların ördüğü duvarla kendisine bir korunma ağı kurmak ve dışarıyla irtibatını bu kanaldan sağlamaktır.Ben ise, her şeyi yerinde görmeyi, incelemeyi, insanlarla direk kontak halinde olmayı seven bir yapıya sahip olduğum için. Bazen, yolculuğum uzadığında taksi şoförleriyle de sohbet etmeye bayılırım.Partici olsam tebdili kıyafet, seçimlerden önce taksiye biner, şoförleri konuştururum..Halkın nabzını herkesten iyi tuttuklarına emin olabilirsiniz.Bunları niye anlattım?Uygun uçakta yer bulamadığım için haber merkezinin davetine geç katılabildim..Yığınlar halinde duran çelenklerin arasından geçip ofise girdiğimde bir takım heyetlerin gelip gittiğini öğrendim.Ama yine de AKP ve MHP yöneticileri ile tanışma ve sohbet etme imkanım oldu. Kendi adıma çok keyif aldığım saatlerdi.Dünyada en güzel şey, birilerine göbek bağıyla bağlı olmadığınız, kimseden bir menfaat beklemediğiniz ve şirketiniz, banka borcunuz, krediniz falan olmadığı için sade bir vatandaş olarak beklenti ve şikayetlerinizi açıkça dile getirebiliyor olmanız.Bunun için hep şükrederim..

Günün sonunda kendimi Kaleiçi’nde Otantik Otel isimli bir otele attım.. Güneyde  güneşli bir hafta sonu geçirmeyi dilerken, şakır şakır yağan yağmur biraz hayal kırıklığı yaratmadı değil.Ama sonra öyle güzel bir otele geldim ki, Bali veya Tayland’ın tropikal yağmurlarını  anımsatan havanın tadını çıkartmaya karar verdim. Doğrusunu isterseniz, Antalya’nın kışını yazından daha çok sevdim. Eminim ilkbahar ve sonbaharı da nefistir. Otantik Otel, Suna ve İnan Kıraç Müzesi’nin karşısında eski bir Türk Evi’nin yeniden restore edilmesi ile oluşturulmuş şık bir butik otel.

Önünde eski evlerde taşlık adı verilen küçük bir avlusu var. Ahşap merdivenlerden yukarıya çıkıyor, sofalardan geçerek odanıza varıyorsunuz.. Yıllarca Almanya’da yaşayıp, Türkiye’de yatırım yapmak isteyen bir hanım tarafından satın alınıp restore edilerek turizme kazandırılmış. Yeğeni tarafından işletiliyor.Bursa’ da 9 yaşına kadar olan hayatım aynen böyle bir evde geçtiği için otele bayıldım.. Ertesi gün de dünyanın en lezzetli ev yapımı reçelleriyle muhteşem bir kahvaltı etme şansım oldu. Hayatımda ilk defa salatalıktan yapılmış bir reçel tattım.Fransızların meşhur kurvasanları varsa bizim de simidimiz var.Ben hala birilerinin onu alıp dünyaca ünlendirmesini bekliyorum.

Evet, kahvaltıda simiti de unutmamışlardı. Yıllarca İtalya’daki bazı şehirlerin daracık sokaklarına, Yunan adalarında hala büyük bir özenle korunan Akdeniz mimarisine hayran olan ben, tam da son yıllarda tatil yörelerindeki çarpık yapılaşma konusuna takmışken, Kaleiçini’n görüntüsü bana ilaç gibi geldi.

Dar sokaklar, Akdeniz iklimine uygun bir oluşum. Yazın sokağın iki tarafındaki evlerin birbirine gölge yapması sayesinde en sıcak saatlerde bile yürüyebiliyorsunuz.Geçen yıl, bienal nedeniyle Ağustos ayında Venedik’te dolaşmak bahtsızlığına erişince eski şehir mimarisinde sokakların niye daracık yapıldığını anlama imkanım oldu. Bir köprünün merdivenlerinden indiğimizde karşımıza San Marco meydanına gitmek için iki seçenek çıkıyordu. Daha geniş yollar ve dar sokaklar.. Tabi ki tercihimiz gölgeden yürümek için dar sokak araları olan taraf oluyor, yanlışlıkla güneş bir yerimize değdiği anda cildimize fön makinası tutulmuş gibi irkiliyorduk.Çoğu kişi bu dar sokaklara ambulansın falan nasıl girdiğini düşünür.Oysa ki Avrupa’da bir çok ülke yavaşlatılmış şehirler projesine geçti ve zaten bu tip yerlerde araba kullanılmıyor. Halk daha çok yürüyor veya bisikletle ulaşım sağlıyor. Böylece hava kirliliği azalıyor, insanlar spor yapmış oluyor, bir yandan da petrol kullanımında azalma oluyor.Günlük yaşamlarında bakkala bile giderken arabasını alan insanların, sonra da evlerinde yürüyüş bantlarına çıkarak veya spor salonlarında ter dökerek hareket etmeye çalışmaları çok ilginç bir çelişki değil mi sizce? Yavaşlatılmış şehirlerde fastfood restoranlara müsaade edilmiyor, ekolojik ürünler kullanılması destekleniyor. Attığınız her adımı düşünerek atıyor ve doğaya verdiğiniz zararı minimuma indirmeye çalışıyorsunuz. Bu bende de takıntı olmaya başladı. Geçen gün Silk and Cashmire ‘den aldığım bir kazağı satıcı mağazanın özel torbasına koymadan önce bir de şık bir kağıda sarmaya kalkınca “sarmasanız da olur” dedim.Mağaza müdürü, kibarca yüzüme bakarak, “Rica ederim efendim, zahmet ne demek, saralım” deyince, “Fazla kağıt kullanımı doğaya zarar veriyor” demişim. Adamcağız ne diyeceğini şaşırdı. Bu Nişantaşı’nın kadınlarından her türlü kaçıklık beklenir herhalde diye düşündüğüne eminim. Gerçekten de her kullandığımız kağıt için kaç tane ağaç kesildiğini göz önüne alırsak, belki biraz daha dikkatli olabiliriz.Antalya havaalanında ayrıştırma yöntemi ile çöp toplanmasını destekleyen, çöp kutularını gördüm. Atık plastikler, kağıtlar, şişeler için ayrı kutular konmuştu.Yıllardır İstanbul Belediyelerine bu sisteme geçmedikleri için söylenip duran ben, tam Antalya bu konuda bizden ileride diyecektim ki, kutuların üzerinde bir derneğin adını gördüm. Bunun dernekle sınırlı kalmayıp, şehir belediyesinin sahiplendiği bir faaliyet olmasını diliyorum. Ayrıştırılarak toplanan ve geri dönüşümle tekrar yaşama kazandırılan çöpler, hem memleket ekonomisine büyük bir katkı sağlıyor, hem de doğayı koruyor.Bütün bunları nereden mi öğrendim?Dünyanın dörtte üçünü gezerken zengin ve fakir ülkelerin alt yapı konusunda neler yaptığına bakarak, zenginliğin sadece doğal kaynaklardan gelmediğini, bazılarının yaşam alışkanlıklarında yaptıkları düzenlemelerle de desteklendiğini gördüğüm için bunları söylüyorum.Çevre korumaya taktım dedim ya size daha ne diyeyim…

Hiç yorum yok: